Başlıktaki bu soruyu neden mi sordum değerli okurlarım?
17 Aralık 1273’te Hak’ka yürümüş olan Hz. Mevlânâ’yı 752. Vuslat Şeb-i Arus vesilesiyle 7-17 Aralık günleri arasında yaşadığımız Mevlânâ Haftası vesilesiyle, izlediğim TV programları, okuduğum gazete haberleri, içinde yer aldığım etkinlikler ve haftanın insanı etkileyen uhrevî havasının tesiriyle sordum!..
Türk Milleti, derdi insan ve insanlık olan: Huzur, barış, adalet ve herkesin insanca yaşamak olan Kurân kaynaklı Hz. Muhammet örnekli iz bırakan insanlara/maneviyat büyüklerimize Gönün Sultanları demiştir. Kim midir bunlar?
Ahmet Yesevî’dir öncelikle… Anadolu Erenleridir: Sarı Saltuk’tur, Somuncu Baba’dır, Gül Baba’dır… Hacı Bektaş Velî’dir, Taptuk Emre’dir, Yunus Emre’dir, Ahi Evran’dır, Hz. Mevlânâ’dır ve onların açtıkları aydınlık yolu ışıtan ve ısıtan isimli isimsiz Hak Dostları’dır…
13. 14. 15. Yüz Yıllarda Haçlılar ve Moğolların zulümle hayatı katran karasına çevirdikleri bir dönemde; karanlık gecelerden doğup gelen bir güneş misali “Gönül Sultanları” olarak da adlandırılan Hacı Bektaş Veliler, Ahi Evranlar, Yunus Emreler ve Hz. Mevlanalar ısıtır ve ışıtır yürekleri…
O kutlu yürekler sevgiye çağırırlar insanlığı, barışa çağırırlar, Hak’ka çağırırlar, hukuka, adalete çağırırlar, alın terine çağırırlar, paylaşmaya çağırırlar insanlığı…
Hangi Hak Dostu söylemiş olursa olsun halkımızın Mevlânâ ile özdeşleştirdiği “Gel!.. derler!.. Gel… Ne olursan ol yine de gel!..” sözü aslında her birisinin davetinin özüdür: Hepsinin de daveti Kur’an’dır, Hz. Muhammed’de vücut bulan İslâm anlayışıdır…
Mevlânâ bu çağrısını hayatının gayesi olarak bir sözünde şöyle dile getirmiştir:
“”Men bende-i Kur’ânem, eger cân dârem
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtârem
Eger nakl kuned ‘cüz in kes’ ez güftârem
Bizârem! ‘ez u vez’ an suhen bizârem!...””
(Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ın bendesiyim.
Ben, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım.
Biri benden, bundan başkasını naklederse;
O kişiden de şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim.)
Mevlânâ öncelikle bir İslâm âlimidir. Geldiği topraklarda; Türkistan’ın Horasan yöresindeki Belh şehrinde “Bilginlerin Sultanı” olarak bilinen bir babanın Bahaüddin Veled ile Belh Emiri Rükneddin’in kızı olan Mümine Hatun’un oğludur. Küçük yaşından itibaren bu konuda babasının arkadaşları olan devrinin önemli âlimleri tarafından Farsçanın hakim olduğu bir ortamda özel olarak yetiştirilmiştir. Mevlânâ’nın şiirlerini Farsça söylemesinin nedeni de budur.
1212 yıllarında Belh'den göç ettikten sonra, . Nişâbur’da tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşırlar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çeker ve takdirlerini kazanır.
Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ’be’ye hareket ederler. Hac yaptıktan sonra, Şam’a uğrarlar. Sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile 1222’de Lârende’ye//Karaman’a gelirler.
Karaman’da Subaşı Emir Mûsâ’nın yaptırdığı medreseye yerleşirler.7 yıl burada kalırlar. Mevlânâ önce Gevher Hatun sonrasında da Kerr’a Hatun ile evlenir.
Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşarken Sultan Alâeddin Keykubâd Mevlânâ’nın babasını Sultânü’I-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya daveti üzerine
Bahaeddin Veled, ailesi ve dostları ile Konya’ya yerleşir. Konya’da vefatı üzerine talebeleri ve müridleri Mevlânâ’nın etrafında toplanırlar
Mevlânâ 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşır. Mevlâna, Şems’de “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” gördüğünü söyler… Gerek Larende/Karaman’da gerekse babasının vefatından sonra Konya’da bu konularda vaazlarıyla, hutbeleriyle, sohbetleriyle halkı aydınlatırken Şems-i Tebrizî ile buluştuğu andan itibaren “İlâhî Aşk”a yönelir; bir aşk insanı olarak ömrünü tamamlar.
Ona, “Aşk nedir?” dediklerinde “Ben ol da bil!.” der.
Ancak beraberlikleri uzun sürmez.. . Şems bir süre sonra ölür…
Mevlâna Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekilir… Daha sonraki Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems’in yerini alır.
Hayatını, “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk’ ın rahmetine kavuşur.
Ölüm öncesinde sevenlerine şöyle seslenir:
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” der…”
Vasiyeti de şöyledir sevenlerine: SİZE:
*Gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı,
*Az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı,
*İsyan ve günahları terk etmeyi,
*Oruç tutmayı, namaza devam etmeyi,
*Sürekli olarak şehveti terk etmeyi,
*Bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı,
*Aptal ve cahillerle oturmamayı,
*Güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum
“İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır.”
“Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.” Der…
Şiirlerini Farsça söylediği için bizden daha çok İranlılar sahip Halbuki, Hz. Mevlana der ki;
Pakistan’ın büyük düşünürü Muhammed İkbâl’in ruhunu besleyen kişi Hz. Mevlânâ’dır…
Mevlevilik deyince hemen aklımıza geliveren semâ törenleri, müzikler, Mevlânâ’nın Hak’ka yürüyüşünün ardından, “Maarif” kitabının da yazarı olan oğlu Bahaeddin Sultan Veled tarafından oluşturulmuştur.
Mevlânâ’yı anlamak için yapılması gerekenler nedir derseniz Kur’an-ı Kerîm’in çok iyi anlaşılması gerekir. Hz. Muhammed’in hadisleri ve sünnetinin iyi bilinmesi gerekir. Mevlânâ’nın eserlerinin; Divân-ı Kebîr ile Mesnevî, Mecâlis-i Sab’a, Fihi Ma Fih ve Mektubat’ın çok iyi okunması ve anlaşılması gerekir.
Şiirlerini Farsça söylediği için onu Farslı gibi dünenlere karşı cevabı da şöyledir:
“Bigâne megrit merâ ezin-guyem,
Aslım Türk est eger ki hindigûyem”
(Yabancı bellemeyin beni, bende bu ildenim,
Her ne kadar Farsça söylesem de
ASLIM TÜRK’TÜR BENİM)”””
Kalemden, sözden ve hâlden başka güçleri olmayan bu Mevlânâ benzeri insanlara baktığımızda. Her türlü zaman ve yönetim engellerine rağmen yüz yıllardır halkın gönlünde yaşayıp geliyorlarsa ve bundan sonra da yaşayıp gideceklerse. O zaman ben de yazımın başlığındaki soruyu sorarım:
GERÇEK SULTAN KİM? GÖNÜL SULTANLARI MI, HÜKÜMDARLAR MI?
KARŞI/YAKA’DAN… SEVGİLERİMLE….
Yorumlar
Kalan Karakter: