Yıllarca İzmir’deki sağlık kuruluşlarının temsiilileri bir ay öncesinden toplanır, o yıl geçmiş yıldan ev sahipliği yapacak kurum belli olduğu için toplantılar onun ev sahipliğinde gerçekleşirdi. Heyecanlı program tartışmalarının odak noktası konserleri kim verecek, hangi doktor arkadaşlar yeteneklerini sergileyecek, spor turnuvaları (salon futbolu, basketbol, voleybol, büyük saha futbol gibi), tıp öğrencileri ile tavla turnuvası, masa tenisi ve tenis turnuvası hangi sahalarda yapılacak, hangi akademik etkinliklerle halka ulaşacağız diye günlerce konuşurduk. Ve o bir hafta şenlik havası içinde geçerdi. Yıllardır bu havanın çok uzağında kutlamalar yaptık, ama sanırım tüm zamanların en acı veren kutlaması, Pandemi nedeniyle son bir yılda aramızdan ayrılan 387 sağlık emekçisinin yüreklerimiz dağlayan isimlerinin, resimlerinin gazetelerin ilk sayfasını kaplayan UNUTMAYACAĞIZ ibareli manşetlerin gölgesinde yaşandı. Her şey normalleşmiş olsa bile tüm etkinlikler hep bir anma töreni edasında olacaktı nitekim Ege Üniversitesinde Lokman hocamız adına bir tenis turnuvası düzenlendi. Acımız, kaybımız büyük. Sağlık ordusu çok yara aldı. Hepimizin çok sevdiği Prof. Dr. Kâmil Kumanlıoğlu ağabeyimizin tam 14 Mart 2021 günü rahmetli olması acımıza tuz biber ekledi. Mekânı cennet olsun.
“Tarihteki yolculuğuna mistik inançlardan başlayan tıbbın bilimselliğe kavuşmasında, ilk bulguları 10.000 yıl öncesine kadar giden, Anadolu tıbbının önemli bir rolü vardır. Birçok bilim dalının doğuşuna tanıklık eden Anadolu, tıbbın bilimsel yapıya kavuşmasında da ana kaynak olmuştur. İstanköylü Hipokrates (MÖ 460-370), Bergamalı Galen (131-200), Bursalı Asklepiades (MS 1. yüzyıl), Efesli Soranus (MS 2. yüzyıl), Kayserili Areteaus (MS 4. yüzyıl), MahmudŞirvani (1375-1450), Şerafeddin Sabuncuoğlu (1385-1465), Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) gibi çok sayıdaki ünlü tıp adamı ve mensup oldukları tıp okulu Anadolu’da yaşamıştır.Selçuklular tarafından Anadolu’nun birçok yerinde açılan darüşşifalar, bir yandan hastalara hizmet verirken öte yandan da zamanının doktor, cerrah ve eczacısını yetiştiren ünlü birer tıp okulu olmuşlardır. Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası, Sivas Keykavus Darüşşifası, Divriği Turan Melik Darüşşifası, Çankırı Atabey Ferruh Darüşşifası, Kastamonu Ali Pervane Darüşşifası ve Amasya Darüşşifası, bunlardan bazılarıdır.Osmanlı döneminde, Selçukludan kalanların varlığı sürdürülürken, bunlara Bursa’da Yıldırım Daruşşifası, İstanbul’da Fatih, Süleymaniye, Atik Valide ve Sultan Ahmet Darüşşifası gibi yenileri eklenmiştir. Bunların içinde Bursa’daki Yıldırım Darüşşifası ilk defa tıp eğitiminin Türkçe yapıldığı okul olduğu için ayrıca önem kazanmıştır.” (Alıntı.Prof.Dr.Recep AKDUR)
“Tıp Bayramı veya Tıp Haftasının tarihçesine bakacak olursak 14 Mart 1827'de, II. Mahmut padişahlığı sırasında Osmanlı Ordusu’nun hekim ihtiyaçlarını karşılamak üzere Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle Şehzadebaşı'dakiTulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulan okullarTürkiye'de modern tıp eğitiminin başlangıcı kabul edilir. Bu nedenle ki 14 Mart’lar, Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır.Bu iki okul 1836’da “Mekteb-i Tıbbiye” adıyla birleştirilmiştir.
İlk kutlama aslında bir direnişin kılıfı olarak işgal altındaki İstanbul’da 14 Mart 1919 yılında gerçekleşmiş. Tıp 3 öğrencisi Hikmet Boranve okul arkadaşları ve pek çok ünlü Tıp Doktoru işgali protesto için toplanmış tıp bayramı, doktorların kurtuluş için yakılan meşalenin ilk kıvılcımı olmuştur. 1929-1937 yılları arasında Bursa'daki Yıldırım Darüşşifası'ndailk Türkçe tıp derslerinin başladığı tarih olan12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlandı ama sonra vazgeçildi ve 14 Mart olarak yeniden kutlanmaya başladı.
1950 ve 1960yıllarında Tıp Fakültesi öğrenci dernekleri 14 Mart’ta öğrencilerin ve hekimlerin sorunları ön plana çıkaran bir dergi yayınlanması gelenek haline gelmişti. 1976'dan itibaren kutlama tek günden 14 Mart haftası etkinliklerine dönüştü.
Dünya genelinde de Tıp alanında farklı tarihler meleğimize adanmıştır ABD'de ameliyatlara genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan'da ünlü doktor BidhanChandraRoy'un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü "Doktorlar Günü" olarak kutlanır.
(Kaymak: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C4%B1p_Bayram%C4%B1)
Kuruluşundan başlayarak Tıbbiyeliler Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya, bilime ve teknolojiye dönen yüzü olmuştur. Tıbbiye’de, yetişen genç kuşaklar, kuruluştan başlayarak, devletin işleyişi ve ülke sorunlarıyla yakından ilgilenmeye ve bu sorunlara karşı çözümler üretmeye başlamıştır. Özgürlük, adalet, eşitlik kavramlarını bilen Tıbbiyeliler tek kişinin yönettiği baskı rejiminin dayanılmaz boyuta ulaştığı ülkelerinin durumunun iyiye gitmediğini görünce, üretilen çözüm önerilerini zaman içinde eylem durumuna geçirmişlerdir. Eğitim kurumları içinde gençlik örgütlenmeleri de güç kazanmış ve II.Abdülhamit’insert yönetimine de ilk isyan denler Askeri Tıp Okulu öğrencileri olmuştur. Meşruti yönetimle Kanuni Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymayı amaçlayan Tıbbiyeli gençler İttihat (Birlik) ve Terakki (İlerleme) Cemiyeti’ni kurarak (1889) Meşrutiyet rejiminin doğuşunu sağlamışlardır. 2
II. Abdülhamit bazı Tıbbiyelileri tutuklatıp, bazılarını da sürgüne göndermiştir. Kalan Tıbbiyeliler de, Haydarpaşa Yıldız Sarayı’na uzak, Selimiye Kışlası’nın süngüsüne yakın, Haydarpaşa’ya sürülmüştür. Abdülhamit’in bu davranışları Tıbbiyelileri sindirememiştir. Cisminin sindiremediği Tıbbiyelileri isminin sindirebileceğini düşünenler bugün Haydarpaşa Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin adını, “Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi” olarak değiştirmişler ancak, adı ne olursa olsun orada çalışan Tıbbiyelilerin Mustafa Kemal’in askerleri olduğunu dikkate almamışlardır.
Tıbbiyeliler eylemlerine hiç ara vermemişler ve İstanbul’un resmen işgal edildiği günde Haydarpaşa Tıp Okulu’nun iki kulesi arasına büyük bir Türk bayrağı asarak bu vatanın bizim olduğunu ve vatan için mücadele edeceklerini düşmanın yüzüne haykırmışlardır. İngilizler okullarını işgal edince de direniş göstermişler ve bu direnişlerini Kurtuluş Savaşı boyunca sürdürmüşlerdir. Tıbbiyenin işgal edilmesinden 40 gün sonra kuruluş günü olan 14 Mart’ı Tıp Bayramı olarak ilân etmişler ve büyük bir miting düzenlemişlerdir. Darülfünun (üniversite) konferans salonunda 14 Mart Tıp Bayramı 1919’da Tıbbiyelilerin çabalarıyla kutlanmış ve bu kutlama aynı zamanda direnişin, özgürlüğün, ulusçuluğun ve bağımsızlığın ateşimizin simgesi olmuştur.
Türk Devriminin her taşında Tıbbiyelilerin emeği, kanı ve ruhu vardır. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, Kafkas Cephesi ve Kurtuluş Savaşı’nda görev alıp cepheden cepheye koşmuşlardır. Balkan savaşında baş gösteren kolera salgınında Gülhane’nin bütün asistanları cepheye gönderilmiş ve Askeri Tıbbiye 1. ve 2. sınıf öğrencileri de sıhhiye onbaşısı, diğer sınıflar ise sıhhiye çavuşu olarak görev yapmıştır. Bazıları kolera nedeniyle kaybedilmiştir.
Birinci Dünya savaşı başladığında, seferberlik ilan edilmiş ve Tıbbiyeli öğrencilerin hemen hepsi silâh altına alınmıştır. Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış Savaşı sırasında ortaya çıkan tifüs salgınında İstanbul Tıp Fakültesi’ni yeni bitiren doktorlar Erzurum’a gönderilmiş, bu doktorların hemen hepsi tifüse yakalanmış ve her gün bir doktor tifüs nedeniyle kaybedilmiştir. İstanbul’dan yeni doktorların getirilmesi ve hastalık geçirenlerin de İstanbul’a gönderilmesi söz konusu olduğunda, tifüsten kurtulan doktorlar, bitkin olmalarına karşın, buna karşı çıkmışlar “Ülkeninbüyük özverilerle yetiştirdiği doktorları ölümün kucağına atmak doğru değildir. Bizler zaten tifüs geçirdik burada kalmaya razıyız “diyerek biz doktorları hastalıktan ölmek değil vatanın kaybı öldürür düşüncesinin altını bir kez daha çizmişlerdir. Çanakkale Savaşı’na katılan Tıbbiyeliler birçok yaşamı kurtarmışlar, ne yazık ki Çanakkale’ye gelen Tıbbiye 1. sınıf öğrencilerinin hepsi bir gecede şehit olmuş ve onların mezuniyet yılı geldiğinde Tıbbiye ilk ve son defa hiç mezun vermemiştir. Çanakkale’yi geçilmez kılan işte bu ruhtur.
Kurtuluş mücadelesi sırasında Tıbbiyeliler mesleklerini yaparken “Kuvva-i Milliye” ve “Müdafaa-i Hukuk” teşkilatlarında da çalışmışlar ve daima Mustafa Kemal’in yanında yer almışlardır. İşgale karşı kurulan örgütlere katılıp çalışmalar yürütmüş, Anadolu’ya silah ve cephane geçişini sağlamışlardır. İstanbul’daki mitinglerde de öncü rol oynamışlardır. İstanbul işgal edilince direniş örgütlemesi olası bazıları Malta’ya sürgün edilmiştir. İzmir’in işgalinde Yunan’ın gözlerinin içine bakıp “kato Venizelos” (kahrolsun Venizelos) diyen ve süngülenip şehit edilenlerden biri de Dr. Şükrü Bey’dir. Mustafa Kemal’i Samsun’a götüren Bandırma vapurunda da ülkenin kaderini değiştirecek üç Tıbbiyeliden biri Dr. Refik Saydam’dır. Sivas Kongresi sırasında, 9 Eylül 1919 gecesi, İstanbul’dan bin bir zorlukla Sivas’a gelen ve mandayı şiddetle reddederek “ya istiklâl ya ölüm” diye haykırabilen bilge insan da askeri Tıbbiye 3. sınıf öğrencisi HikmetBoran.
Savaşta asker, hekim ve kahraman olan Tıbbiyeliler çağdaş ülkenin kuruluşuna da temel taşı olmuşlardır. Cumhuriyet’imizin 2. Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam sağlık hizmetlerinin temelini atmış ve savaştan yılgın, yorgun, yaralı, sıtma, verem, trahom gibi bir çok hastalıkla çıkmış ulusun aydınlık geleceğinin teminatı olmuşlardır. Sağlık sisteminin kuruluşunda Dr. Refik Saydam nasıl önemli bir kilometre taşıysa, Dr. Reşit Galip de üniversite reformunun mimarıdır. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Halkevlerinin kurulmasında önemli rol oynamıştır. Dr. Tevfik Rüştü Aras Dışişleri Bakanı olarak Mustafa Kemal’in “memlekete yabancı eli sokmayız” sözünün bir teminatı olmuştur.. Doktorların Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunda kanlarını, canlarını kattıkları maya, 100. yılına yaklaşan Cumhuriyet tarihimizin onur nişanıdır. Kurtuluş savaşına katılmış İstiklal Madalyası almaya hak hazanmış Doktor ve Eczacıların geniş bir listesini bulabilirsiniz.
https://www.facebook.com/ATAYURTYayinevi/posts/2097160663895755/
Cumhuriyet doğuşunun pek çok aşamasında tıbbiyelinin yeri ve izi vardır. Tıbbiyeli sözcüğü Türk Devrim Tarihi’nde yer almış bir terimdir ve tıp öğrencisi olmanın dışındaTıbbiyeli olmak bir bilinç ve bir terbiyedir. Tıbbiyeli olmak, cehalete, karanlığa, geriliğe, yoksulluğa, ezilmişliğe, bölücülüğe ve hastalılara karşı bir direniştir. Bu özellikler Atamızın düşünce ve davranışlarını yansıtır. Tıbbiyeliler Atatürkçü, devrimci, ilerici, çağcıl, özgürlükçü, bilimci ve vatansever olmak zorundadırlar.” (Alıntı: Prof. Dr. Esmeray Acartürk)
11 Mart 2020 tarihi ile Türk Tıbbının yeni bir direniş hikayesi başladı. Dünya SARS-CoV-2 adı verilen virüsün COVID-19 adlı hastalığıyla tanışalı daha birkaç ay olmuştu ki, Türkiye’de ilk olgu teşhis edilmişti. Hastalığın bilinen diğer tüm bulaşıcı hastalıklardan daha hızlı yayıldığı, daha çok ölüme neden olduğu görüldü. Tedavisi yoktu, yoğun bakımda hastalara yaklaşım konusunda karasızlık vardı, dünyanın her yanından saçma sapan ilaç önerileri geliyordu. Hastalığın seyrini kontrol etmek için batı dünyasına bakılınca sürü bağışıklığı kavramını benimseyen sözde ileri ülkelerde hasta sayıları sıçrayarak artarken, yaşlı nüfus sanki ekonomiye yük görülüyormuşçasına ölüme terk edilmiş durumdaydı. Morglar, soğutuculu gıda TIR’ları doldu, Buz pistleri morg haline dönüştü. ABD başkanı dezenfektan içelim veya serum gibi takalım parlak fikrini sunarken, hem kendisi, hem İngiltere başbakanı hastalığa yakalandı. Tabii bu toz dumanın içinde Türkiye’de bu dağınıklıktan nasibini aldı. Ama sağlık sistemimiz tüm dünya gibi hazırlıksız yakalanmasına rağmen bence çok hızla toparlandı. Tekstil atölyeleri sağlık normlarına uymasa da maske dikmeye, fahiş fiyatla 25 kuruşluk maskeleri 7 TL’ye satmaya çalışsa da, antiviral özelliği olamayan antiseptikler piyasda yok satsa da, çocukluğumuzun limon kolonyasının baş tacı olması şimdi film şeridi gibi gözlerimizin önünde geçiyor. Hastaneler doldu, yoğun bakımlar doldu, evler boşaldı. Hastane çalışanları sevdiklerimize bulaştırmayalım diye öğrenci köyüne yerleştik, beyaz eşya üreticileri yeni çamaşır ve kurutma makine bağışına, halkımız nöbetteki doktorlara yemek, kumanya, kahve, çay bağışına koştu. Hastanelerin ihtiyaçları hemen karşılansın diye para bağışı yapmak için çocuklar kumbaralarını kırdılar. Kahve üreten şirketler kilolarca bağış yaptı. Sırf sağlık çalışanları biraz moral bulsun diye. Türkiye kendi medikal cihazlarını bir anda üretmeye başladı, yani topyekûn Türkiye yanımızdaydı. Devlet hiçbir zaman vatandaşa sırtını dönmedi, sağlık bakanımız her gece halka seslendi, bir yandan da bize moral vermeye çalıştı. Son bir yılda 387 sağlık çalışanı bu savaşta bence şehit oldu. Binlerce sağlık çalışanı enfekte oldu, haftalarca yoğun bakımlarda aileleri hayır haber bekledi. Sağlamlar bir an moralini bozmadan savaşa devam ettiler. Gelinen son durumda tam yılanın başını ezdik derken yine halkın vurdumduymaz tavırları ile hastalık 3. Alevlenme dönemine giriyor. Her bulaşta virüs mutasyon geçirip yaşamak için daha direngen davranıyor. Elimizde aşı var ama yetersiz. Mevcut aşılama hızıyla (yaklaşık 8 milyon doz/gün) dünyanın %75’inin aşılanması için 3,8 yıla gereksinim var. Maske-Mesafe-Hijyen kurallarına uymazsak daha çok canlar yanacak. Zirai üretim iş gücü kaybı ve diğer sebeplerden düştü yumurta 1, Ayşe kadın Fasulye 44, Çalı fasulye 30, acı kıl biber 30, normal biber 16, çilek 20, portakal 13, mandalina 7-8, muz 15 TL. Dayanışma ve tek vücut olarak davranma bilincine ulaşmazsak önümüzdeki aylarda devlet kaynaklarının tamamını harcasa bu işin içinden çıkamayız. Akıl var, yapılacaklar belli, devlet tüm olanakları ile vatandaşa gerekli uyarıları yapıyor ama kulak asılmazsa çok acı günler yaşayacağımızı söyleyebilir. Tıp bayramı bir hekim için tüm insanların sağlıklı olduğu her gündür.Gerisi benim için bir anlam ifade etmiyor. Yine de arayan, mesaj atan, şükranlarını çiçekler ve sevgi sözcükleri ileten tüm dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Aşı konusunda Türkiye hiç risk almadan en doğru tercihi yapmıştır. Günde 175.000 kişi ortalam aşılanmaktadır. Tüm dünya aşı bulma sorunu yaşıyor. İsrail Hariç hiçbir ülke düşünülen şekilde bir bollukta değil. Avrupa kıtasında Türkiye 100 kişiye düşen 12 doz aşı ile aşı üretimi yapan İngiltere’den sonra 2. Durumda. Dünya genelinde ise bizden iyi ABD var. Aşağıdaki tabloya bakacak olursanız gerçekleri göreceksiniz veriler dış kaynaklıdır. Hani bizim verileri inanmayanlar var ya o nedenle yabancı kaynaktan aktarıyorum. İthal aşı (CORONOVAC) iyi ve etkili bir aşıdır. Siz kara propaganda yapan bilim teröristlerine sakın kulak asmayın sırası gelen çekinmeden aşıyı olsun. Hükümetimiz 100 milyon doz anlaşma yaptı ilk 10 milyon doz yapıldı. İlk dozu yaklaşık 7i5 milyon ikinci dozu yaklaşık 2,5 milyon insanımız oldu. Bu aşı savaşlarının ortasında bir başarıdır.
https://www.bloomberg.com/graphics/covid-vaccine-tracker-global-distribution/
ÜLKE | 100 KİŞİYE DÜŞEN DOZ | İLK DOZ % Nüfus | İKİNCİ DOZ % Nüfus | ABD | 28 | 18 | 9,5 | KANADA | 6,5 | 3,5 | 1,5 | UK | 35 | 33,5 | 1,7 | İSPANYA | 10 | 7,2 | 3 | İTALYA | 9,4 | 6,2 | 2,8 | ALMANYA | 9,2 | 6,2 | 3,2 | BREZİLYA | 5,3 | 4 | 1,3 | RUSYA | 5,1 | 3,4 | 1,7 | ÇİN | 3,7 | VERİ YOK | VERİ YOK | JAPONYA | 0,056 | 0,1 | VERİ YOK | HİNDİSTAN | 1,7 | 1,4 | 0,3 | FRANSA | 9 | 6 | 3 | TÜRKİYE | 12 | 9,2 | 3 |