İhtilaller ülkesi olarak belli aralıklarla askıya alınan demokratik geçmişimiz ne yazık ki Başbakan asmaya kadar ileri giden kanlı izler taşıyor. Bu belki Osmanlı’da tahta çıkan kardeşin, diğer tüm kardeşleri öldürmesi geleneğinin bir yansımasıdır, belki coğrafyanın kaderidir, belki de empati ve hoşgörüden uzaklaşmış insanlığını kaybetmiş iktidarların sarhoşluk döneminde yarattıkları acıların dışa yansıması veya hesap sorulması olarak seçimlerin beklenmesidir. Medeni dünya denilen ABD’de geçen seçim sonuçlarından sonra parlamentonun basılması, yaşanan manzaralar, günümüze kadar uzayan mide bulandıran tartışmalar, başka ülkelerin seçimlere müdahale ettiğinin düşünülmesi (Çin, Rusya) gibi demokratik toplumlarda seçimlere olan güveni de sarsmıştır. Çok seslilik, çok renklilik bir kazanç olması gerekirken bunu düşmanlığa yönlendiren sinsi güçlerin etkisiyle 14 Mayıs günü demokrasi adına bir fırsat olmaktan çıktı. Her seçim oyum çalınır mı, ne dümenler dönecek söylentileri ile bilmem kaçınca kez seçime gidip vatandaşlık görevim adına oyumu kullanacağım. Oy kullandığım ilk seçimden beri her seçim ölüm kalım meselesiydi. Çocukluğumda da ailemin içinde de o dönemde DP (AP) ve CHP’yi destekleyenler arasında tartışmalar, hatta küslükler yaşanırdı. Ne öldük, ne kaldık ama süreç hep güvensizlik üzerine kurgulandı. Özellikle günümüzde bilgisayar teknolojisi ile bırakın montajlamayı insanı birebir yaratmak, sesini birebir çıkartmak mümkün. İmzaları taklit eden yazılımlar nedeniyle asıl ve taklit imzayı ayıramıyoruz. Kandırılmamız çok kolay. En eğitimlimiz bile bu oltalara sazan gibi takılıyor. 1980 öncesini anımsatan siyasilere yönelik saldırılar bazen bir partinin başkanını, üyelerini hedef alıyor. Bir siyasi kimlik ülkenin bir yerinde darp ediliyor, seçim büroları basılıyor, il/ilçe/kadın/gençlik kolu başkaları öldürülüyor, taşlanıyor, bıçaklanıyor, binalar kurşunlanıyor, yakılıyor. Sonra dünya niye bu kadar bize gözünü dikti diye soruyoruz. Ukrayna-Rusya savaşı bile bizden sonra sönük kaldı. Bazen bir lider çıkıyor kendi yaptıklarını anlatırken geçmişte kendi yaptıklarını hiç yapmamış gibi eleştiriyor, bir diğeri çıkıyor yapamayacakları vaatleri sıralıyor, öbürü çıkıyor geçmişteki yanlışlıklarda hiç payı olmamış gibi davranıyor. Kısacası tüm liderler seçmenin aklı ile dalga geçiyor. Depremin acıları üzerine utanmadan propaganda filmleri çekiliyor, verilemeyecek sözler sloganlarda uçuşuyor.
Seçim güvenliği kadar önemli bir diğer büyük sorunumuz devlet baskısı ile bıçak sırtında tutulan ekonomiyi serbest piyasa satın almıyor. İhracatçı firmalar önümüzdeki hafta için USD kurunu 22,5 TL baz alarak siparişlere cevap veriyor. Ekonomistler Mayıs sonu kim iktidar olursa olsun doların 27 TL civarında olacağı beklentisini pompalıyorlar. Malum bir yıl önce bu seviyenin tadını alan USD bu konuda iştahını kabartıyor. Esnaf ile konuşuyorum herkesin yüzü mutsuz, cepleri delik, bu yıl kör topal 5. Aya geldik ama birkaç ay sonra yine yeni okul ücretleri, servis ücretleri, malum evlilik aylarına girdik takı fiyatları ve kiralaraltından kalkılabilecek gibi değil. Mutfak özellikle et, süt, yumurta, peynir fiyatları ile kepenk indirmiş durumda. Çorba, makarna, ekmek ile gün kurtarılmaya çalışılıyor. Kahvaltı yapmak bile büyük sorun. Özellikle depremzedelerden aldığım yardım kayıtları yüzlerce acıyı satırlara taşımı durumda. Hepsini devlet kademesi içindeki yetkili dostlarıma iletiyorum. Ama her mesaj içimi cız ettiriyor. İktidar değişikliği olunca bu sorunların hiçbiri bugünden yarına çözülecek dertler değil. Rusya ile gaz borcunu ötelendi, bu tutar 2024 yılına 3-4 milyar USD’yi bulacakmış. Yani borcumuz borç. Günü kurtarmak adına can simidi. İktidarlar ile muhalefetler arasında sanki yapılan hiç doğru iş yokmuş gibi biz yapmadıysak yanlıştır, hırsızlıktır anlayışı bizi böldü ve bölünme gittikçe de derinleşiyor. Doğru olanı söylemekten imtina edenler ağızlar dilsiz şeytanlıklarına devam ediyor. Eskisi gibi çantada keklik görülmeyen seçimlerde kazanmak için dokusu uysun-uymasın ortaklıklar kuruluyor. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı yapılan iş birlikleri için ödenen tavizleri bilmiyoruz. Şahsım adına da bilmek de istemiyorum aslında. Sosyal medyada doğruluğu tartışmalı onlarca paylaşım adiliğin ötesi işlerin ifşaatlarını içeriyor. Özgür iradesi ve 100.000’nin üzerinde imza ile yola çıkan, bence hiçbir şansı vermediğimi daha önceki yazımda yazmıştım, bir cumhurbaşkanı adayı tam bir iğrençlikle sistem dışına itildi. Mecliste desteği olamayacak bir adayı bu halk desteklemez. Sayın Sinan Oğan için de benzer düşüncelerdeyim. Kendisinin seçimden sonra hiçbir ittifaka yanaşmadan Türklük adına dimdik ve her iki kesime de uzak durmasını tercih ediyorum.
Halen kamu düzeni ve yaşamsal tüm işlerden sorumlu yetkililerin ağzında bir tane yapıcı laf çıkmıyor. Bakanlar makamlarının sorumluluğu gereği olmaları gereken tarafsızlıktan çok uzaklar. Dilleri çok acı, ayrışmayı kaşıyarak saflarını sağlamlaştırmayı hedefliyorlar. Hepsi millet vekili adayı olabilir ama seçilene kadar benim, onun, senin bakanı olarak davranmaları gerekiyor. Bir partinin sempatizanı, millet vekili adayı olabilirler ama işgal ettikleri koltuklar nedeniyle asli sorumluluklarını göz ardı edemezler. Bunu beceremeyeceklerdiyse, sayın Cumhurbaşkanımız bu makamlara seçime kadar başka yetkinleri atasaydı bazı söylemleri bu kadar rahatsız edici olmazdı. Bu nedenle zaten karşı tarafı temsil eden Millet ittifakının ekmeğine yağ sürülmezdi. Cumhur ittifakı içinde çok sayıda bu ittifaka oy vermemeyi düşünen gizli küskünler deşifre olmamak için susuyorlar. Malum Sayın Erdoğan çok karizmatik ve kararlı bir kişilik, yeniden seçilirse bu gemiyi terk edenlere Türkiye’yi dar eder. Bunlar AK partiliymiş gibi davranıyor ama akıllarında bin türlü cinlik dönüyor. Sermaye sahipleri ise tavşana kaç, tazıya tut misali her iki ittifakı da destekleyici unsurların arkasındaki gizli gücü oynuyor. Yeter ki çarkları bozulmasın.
Hükümet geleceğe vadeli umutlar pompalanıyor. Bu umutlar gerçekçiyse o zaman yanan yüreklere su serpmek adına seçimden önce bu refahı hayata geçirmeliler. Samimiyet sınavı burada. Maaş zamlarını 15 Mayıs itibariyle ödemeli, Temmuz’a bırakmamalılar. Bu hamleler seçim öncesi yapılırsa karasızlardan ciddi bir pozitif dönüş alabilirler. Ama her iki cephe seçime öyle odaklanmış ki bu gerçekleri görmüyor veya önemsemiyor. Varsa yoksa seçilelim, ne olursa olsun diyenlere büyük resme baktıracak akil adamlarını dinlemelerini öneriyorum. Her partide akil insanlardan çok var ama duyması gereken kulaklar sağır ve görmesi gereken gözler kör gibi davranıyor. Partilerin şahinleri diğer tarafı ne kadar pençeleyip, kanatırsam o kadar doğru yapıyorum sanıyor. Biz biriz ve tek yürek olursak güçlüyüz. Bu bölünme, ayrışma hayra gidişat değil. Koca imparatorluktan bu kıymetli coğrafyaya küçüldük. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları bugüne benzer bir ayrışmayı körükleseydi bugün Ankara çevresinde kırsal bir ülkede sıkışmış zavallı bir ulus olurduk. Seçim sonucu ne olursa olsun laik Türkiye Cumhuriyeti ve şanlı Türk soyu sonsuza kadar yaşayacaktır. Seçimler bitse de bu sıkıntılı atmosfer dağılsa diyorum. Şimdiden güzel bir hafta sonu diliyorum.