25 Temmuz 2024 Perşembe günü, Karşıyaka Belediyesinin öncülüğünde, Sancar Maruflu Yerleşkesindeki STK’larınkatkılarıyla düzenlenen “Bolluk ve Bereketin Simgesi AŞUREMİZİ PAYLAŞIYORUZ” başlığıyla düzenlenen aşure hayrı etkinliğindeyiz. KSK İZBAN durağı yanındaki havuzun etrafı salkım saçak insan dolu.
Âşıklar sazları ve sözleriyle günün Kerbelâ acısını yansıtan ikişer nefes çalıp söyledikten sonra, aşûreya katkı koyan dernekler adına yapılan konuşmayı Karşıyaka’nın yeni seçilen Belediye Başkanı Dr. Yıldız ÜNSAL kısa bir teşekkür konuşması yapıyor. Dedenin aşure hayrına dair duasının ardından üç ayrı yerde sıraya geçen kalabalıklara aşure ikramı başlıyor.
İşte böyle bir ortamda kalabalıkların arasında dolaşırken zihnimden şunlar gelip geçiyor sürekli olarak:
‘Aşûre’nin aslı ‘âşûrâ’dır değerli okurlarım.
Ziya Gökalp’in Lisan şiirindeki hatırlatmasıyla:
“Güzel dil Türkçe bize, // Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması // En sâf, en ince bize.”
Güzel Türkçemizin yüzlerce yıl işlendiği İstanbul konuşması
tıpkı Arapçada ‘manara’ olarak söylenen kelimeyi ‘minâre’ inceliği ve zerafeti söyleyişine getirmesine misal, âşûrâ’yı da aşûre söyleyiş inceliği ve zerafetine getirmiştir…
Aşûre nasıl seslendirişte bir değişim ve dönüşüm yaşadıysa, buna benzer bir değişim ve dönüşümü de aşurenin ortaya çıkış sürecinden bugüne benzer şekilde yapmıştır yüzlerce yıl içerisinde insanoğlu… Çeşitli kaynak bilgilerine göre:
1-Âşûrâ, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve Yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür.
2. Âşûrâ, Hz. Nûh’tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye Arapları arasında da Hz. İbrâhim’den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer’in rivayetlerine göre; Âşûrâ Kureyş’in Câhiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündür… Âşûrâ günü Kâbe örtülerinin değiştirildiği gündür.
Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın doğduğu, Hz. Süleyman’a mülkün verildiği, Hz. Dâvûd’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğinin müjdelendiği ve Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gün olarak tanımlanır.
Âşûrâ’nın İslâm tarihi açısından temsil ettiği konu Peygamber Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem Kerbelâ’da şehid edilmesidir.
İşin özü; acılarla yaşanan Kerbelâ Vakası’nı zaman içerisinde unutturmadan fakat acılarla öfkeye, kine ve öç almaya yönlendirmeden de ruhlardaki yaraları tedavi etme becerisini gösterebilmiştir insanımız.
Türk milleti açısından dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutar âşûrâ… Aynı zamanda, muharremin onuncu günü başlamak üzere daha sonraki günlerde de özel merasimlerle pişirilip dağıtılan tatlıya aşûre denmiştir.
İnsanlık tarihinin çeşitli aşamalarında özellikle peygamberle ilintili olarak kutsiyet de kazanan aşure günümüzde ülkemizin hemen her köşesinde pişirilmekte ve dağıtılmakta olan aynı zamanda da bir tören yemeği işlevini yerine getirmektedir.
Şimdi aşurenin bana düşündürdüklerinden söz edeyim yine:
Aşûre kazanına bilindiği üzere taneli tahıl ürünleri konulur; yörenin sahip olduğu ürünlere göre tercihler değişebileceği gibi buğday, nohut, fasulye, susam, çitlembik, haşhaş, badem, ceviz, darı, fındık, kuru üzüm, kuru kayısı vb baklagiller konulurken, ayrıca tarçın, şeker, su, süt, pekmez, kuru incir, vb tatlandırıcılar da konulur. Aşûrenin üzerine nar taneleri de dökülür…
Şimdi bizim medeniyetimizi, bazıları mozayikle anlatmaya çalışırken ben şahsen bir aşure medeniyeti olarak yorumlarım: Sebebini de şöyle izah edeyim müsaadenizle:
Kazanın içerisine konulan her bir nimet tanesi ayrı bir inancı ve etnik kimliği temsil eder. Kazanın altındaki ateşi taplumun aırmak misali akan zaman içerisinde yaşadığı acıların yakıcılığı olarak görürüm. Kur’an kayanklu Hacı Bektaş ve Yunus Emrelerde ifadesini bulan Allah sevgisini kaynayan kazana konulan ağız tadını oluşturacak olan tatlandırıcı pekmez ya da şeker olarak düşünürüm…
Sonuçta kaşığı daldırdığınızda bütün taneleri görmenize rağmen ağzınıza aldığınızda nasıl ki tek bir tadı algılıyorsanız, “Dört kitabın mânâsı bellidir bir elifte” ya da “İnsan okunacak yüce bir kitaptır!..” kabulünce sadece insanla da yetinmeyip âlemde var olan her bir varlığın canını aynı olarak görme erdemini yaşamaya başlıyorsunuz… Üstelik aşurenin üzerine konulan nar taneleri de Kerbelâ’da dökülen kanı temsi etmesine rağmen….
Yazımızı Turna Semahı’nın sözleriyle noktalayalım
TURNA SEMAHI
Gine dertli dertli iniliyorsun
Sarı turnam sinen yaralandı mı
Hiç el değmeden de iniliyorsun
Sarı turnam sinen yaralandı mı
Yoksa ciğerlerin parelendi mi
Yoksa sana yad düzen mi düzdüler
Perdelerin tel tel edip üzdüler
Tellerini sırmadan mı süzdüler
Allı da turnam telli de turnam
Sinen yarelendi mi
Yoksa ciğerlerin parelendi mi
Sazım sana yad düzen mi düzdüler
Tellerini haddeden mi süzdüler
Yad el değip perdelerin bozdular
Sarı turnam sinen parelendi mi
(Karacaoğlan'a ait sözler)
Havayı ey deli gönül havayı
Ay doğmadan şavkı dutmuş ovayı
Ak göğsün üstünde sedef düğmeyi
Çözüp gider bir gözleri sürmeli
Hay hay çekip gider bir gözleri sürmeli
Hay hay çekip gider bir gözleri sürmeli
Kuru kütük yanmayınca tüter mi
Ak gerdanda çifte benler biter mi
Vakti gelmeyince bülbül öter mi
Ötüp gider bir gözleri sürmeli
Dere kenarında yerler hurmayı
Kılavuz ederler telli turnayı
Ak göğsün üstünde ilik düğmeyi
Çözüp gider bir gözleri sürmeli
Karacaoğlan der ki ne fayda
Bir vefa kalmadı ok ile yayda
Yorumlar
Kalan Karakter: