Bilâdüşşam (Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün) bölgesinin en önemli merkezlerinden biri Dımaşk’tır (Dımaşkuşşam).
Şehir 1521 yılından itibaren kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçer ve bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin bir paşalık merkezi olur.
Dımaşk olarak bilinen adını da zamanla Şam’a terkeder. Günümüzde de Türkçe’de Şam adıyla yerini alır. Ülkenin güneybatısında bulunan şehir çölün yanı başındaki bu yeşil alan varlığını, Antilübnan’lardan doğarak Uteybe bataklıklarında kaybolan ve şehrin ortasından geçen Beredâ suyuna borçludur.
Üzerinde kesintisiz yerleşim görülen en eski şehir olduğu iddia edilen Dımaşk’ın Hz. Nûh’un oğlu Sâm veya torunları tarafından tesis edildiğine ve Hz. İbrâhim’in burada doğduğuna dair rivayetler mevcuttur.
İslâm fetihlerinden önce Bizans’ın hâkimiyetinde bulunan Dımaşk 613 yılında Sâsânîler tarafından işgal edilir ise de 628’de Bizans İmparatoru Herakleios şehri geri alır…
(VII.) yüzyıl sonlarına gelindiğinde şehirde müslümanların oranı büyük ölçüde artar. Bu dönemde, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın inşa ettirdiği Hadrâ Sarayı genişletilir. . I. Velîd şehrin ortasında Hıristiyanlara ait büyük kilisenin olduğu aynı yerde şehrin sembolü konumundaki Emeviyye Camii’ni yaptırır. Emevîler, Dımaşk’ı İslâm dünyasının din, siyaset ve kültür merkezi haline getirirler.
Bundan sonra yörede Türk beylerinden Tolunoğlu, Türk Emîri Aftegin, Anuş Tegin, Türkmen beyi Atsız b. Uvak, Tutuş, Atabegi Tuğtegin tarafından kurulan beyliklerin egemenliği görülmüştür…
Nûreddin Mahmud Zengî, II. Haçlı Seferi’nden sonra Suriye’de etkinliğini daha da arttırdı ve 1154’te Dımaşk’ı hâkimiyeti altına alır. Böylece şehir tarihinde yeni bir dönem başlar. Dımaşk, Emevîler devrinde olduğu gibi siyasî, askerî ve dinî hareketlerin merkezi konumuna gelir.
Zengîler döneminde doğudan getirilen baharat, kumaş, kıymetli taşlarla bölgede üretilen ipek, kumaş, keten, yün, pamuk, metal işlemeler, gümüş ve halı İtalyan gemiciler vasıtasıyla Avrupa’ya ulaştırılmasıyla ekonomide önemli bir gelişme oldu.
Nûreddin Zengî’nin 1174’teki ölümünün ardından Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin eline geçen şehir Haçlı mücadelesine karşı ana karargâh durumuna getirildi.
Eyyûbîler devri Şam’ın imarı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu dönemde kuzeybatıya doğru genişleyen şehirde 200’ün üzerinde medrese, cami, hankah, zâviye, türbe gibi yapı inşa edilir.
İlmî ve tasavvufî hayatın gelişmesi, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi tasavvuf hayatının ilgi çeken simalarının şehirde yerleşmesine vesile olur.
1258’de Suriye’de Halep, Humus ve Hama gibi Şam da Moğollar’ın eline geçerse de Sultan Baybars tekrar şehre hakim olur.
Şam, 1516’da Osmanlılar’ın eline geçer… Şam- “ Şam-ı Şerif” olarak adlandırılır.
Osmanlı döneminde Şam’a ayrı bir önem verilmesini sağlayan, her yıl ortalama üç ay şehrin hayatına canlılık katan olay Surre Alayları ve hac kervanları idi. Anadolu’dan, Kafkaslar’dan, Orta Asya ve İran’ın yanı sıra Irak ve Halep’ten gelen 20.000 ile 60.000 arasında hacı adayı ramazan ayını Şam’da geçirir ve dönüşte aynı şekilde Şam’da yer alan dinî mekânları ziyaret ettikten sonra ayrılırdı.
Hac kervanının Şam’a en önemli katkılarından biri de Hicaz demiryolu idi.
1910’lu yıllarda Arap milliyetçiliğinin ve Osmanlı hükümetine muhalefetin en önemli merkezlerinden biri yine Şam olur. I. Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu kumandanı ve vali olarak Şam’da bulunan Cemal Paşa’nın, ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle Ağustos 1915’te on bir ve Mayıs 1916’da yirmi bir Arap aydınını idam ettirmesi Şam halkı üzerinde derin izler bıraktı. Osmanlılar, dört yıl süren savaş şartlarının oluşturduğu zorluklara mâruz kalan Şam’dan Eylül 1918 sonunda çekilir.
1 Ekim 1918’de İngiliz ordusuna bağlı Avustralya birlikleri tarafından ele geçirilen Şam’da kısa süreli gerginlikler yaşandı. 1916 Şerîf Hüseyin isyanında yer alan ve çoğunluğu bedevîlerden oluşan Arap birliğinin kumandanı Şerîf Hüseyin’in oğlu Faysal’ın 3 Ekim 1918’de şehre gelmesiyle yeni bir zafer töreni yapıldı ve şehrin yabancılar değil Araplar tarafından ele geçirildiği görüntüsü verilmeye çalışılır.
İngiltere ile Fransa arasında varılan anlaşmalar gereği Fransa Şam’ı ele geçirmek üzere hazırlıklar yapar. Mart 1920’de Faysal’ın krallığı altında başşehri Şam olan bağımsız Suriye Devleti ilân edilir. Nisan 1920’de San Remo Antlaşması’yla Fransa’nın manda yönetimine verilen Şam’da Fransa karşıtı gösteriler başladı. Fransızlar temmuzda Suriyeliler’i ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Şam’a girerek Faysal yönetimine son verdiler (25 Temmuz 1920’de Fransız manda yönetimi başlamış olur.
29-30 Mayıs 1945’te başlayan ayaklanmalar üzerine Fransızlar Şam’ı havadan ve karadan bombalarlar. Parlamento binası dahil birçok bina hasar görür. 400 civarında Şamlı hayatını kaybeder. Şam’da yapılan son tahribat Fransa’nın manda yönetiminin de sonunu getirir. İngiltere’nin müdahalesiyle Fransa 1946 ilkbaharında Şam’ı tamamen terkeder.
Kasım 1970 ihtilâlinde savunma bakanı ve hava kuvvetleri kumandanı olan Hâfız Esed’in iktidarı ele geçirir.
Son dönemde yaşanan olaylar sonucunda da Esed ülkeyi terkeder ve yerine Ahmet ŞARA geçer.
BAĞDAT
“Tanrı’nın ihsanı veya armağanı” anlamına gelen Bağdat, VIII. yüzyılda Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından kurulmuştur. Kuruluşundan Abbâsî Devleti’nin yıkılışına 1258’e kadar hilâfet merkezi olarak kalan Bağdat Osmanlılar devrinde Bağdat vilâyetinin merkezi ve 1921’de de Irak’ın başşehri olur.
Halife Mansûr kurduğu bu şehre, Kur’ân-ı Kerîm’de “cennet” mânasında kullanılan dârüsselâm kelimesinden ilham alarak Medînetüsselâm adını verir…
Şairler Bağdat’ın güzelliklerini övmüşler ve ona yeryüzünün cenneti adını vermişlerdir. Bağdat’ın güzel bahçeleri, yeşil çayırları, kapılarının üzerinde ve salonlarındaki işlemeleri, sarayları ve zengin eşyalarıyla meşhurdu.
Bağdat, Halife Emîn ile Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesinden zarar görür.
Mu‘tasım Türk ordusu için yeni bir başşehir aramaya karar verir ve Samerra’yı kurdurur. Çünkü Bağdat kendi birlikleriyle de çok kalabalık hale gelmişti Halifelerin Sâmerrâ’da oturdukları dönemde (836-892) Bağdat onların fazla ilgisini çekmez. Ancak büyük bir ticaret ve kültür merkezi olmaya devam eder.
10 Şubat 1258’de Moğollar Bağdat’a saldırdırır. Halife Müsta‘sım kayıtsız şartsız teslim olur. Halk kılıçtan geçirilir. Şehir yağmalanır, camiler ahır haline getirilir. Kütüphaneler tahrip edilir. Kitapların bir kısmı yakılır. Bir bölümü de Dicle nehrine atılır. Nehrin günlerce mürekkep renginde aktığı ifade edilir. İslâm medeniyetinin duraklamasına sebep olur. 1339-1340 yılına kadar İlhanlılar’ın hâkimiyetinde kalır…
Bağdat Timur tarafından (1392-93) ve (1401) olmak üzere iki defa işgal edilir. Birincisinde şehir fazla zarar görmez, fakat ikincisinde halk suçsuz olarak öldürülür ve Abbâsîler’e ait mahalle ve binaların çoğu tahrip edilir. ,
Bağdat 1508’de Safevî Hükümdarı Şah İsmâil’in yönetimine geçer.
Kanûnî Sultan Süleyman 1534’te Bağdat’a girer.
Bağdat Lozan Antlaşması’na kadar hukuken Osmanlı Devleti’ne bağlı kalır. Irak’ın 23 Ağustos 1921’de bir krallık haline gelmesi üzerine ise bu devletin merkezi yapılır.
400 yıla yakın bir süre Osmanlı idaresinde kalan Bağdat’tan seyahatnâmelerde kervanların buluşma yeri, Arabistan, İran ve Türkiye için önemli bir ticaret merkezi olarak bahsedilir.
Kanûnî’nin Bağdat’ı fethettiği sıralarda burada bulunan ünlü Türk şairi Fuzûlî Osmanlı hükümdarı ve bazı devlet adamları hakkında kasideler yazmış, ondan sonra oğlu Fazlî de Türk edebiyatının seçkin simalarından biri olarak şöhret kazanmıştır. Meşhur divan şairi Rûhî ile Gülşen-i Şuarâ adıyla bir tezkire yazan Ahdî Bağdat’ın önemli şairlerindendir. Bunlardan başka Zihnî, Zâyiî, Aziz, İlmî ve Bağdat Mevlevîhânesi şeyhliğinde bulunmuş olan Yahyâ Dede, Gülşen-i Hulefâ müellifi Murtaza ile son devir Türk şairlerinden Ahmed Hâşim de Bağdatlıdırlar.
Değerli okurlarım!.. Şimdilerde Suriye ve Irak’ın başkentleri olan Şam ile Bağdat dört yüz yıl boyunca vatan toprağı olarak muamele görmüştür Türk Milletinden. Türkiye Cumhuriyeti’nin 102. Yılını kutlayacağımızı göz önüne alırsak dört yüz yılı daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum…
Türk Milletinin devlet olarak çekildiği yerlerdeki huzursuzluk göz önüne alındığında hem Şam ile Suriye’nin hem de Bağdat ile Irak’ın huzurunun Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız ve güçlü olmasına bağlı olduğu görülecektir…
KARŞI/YAKA’DAN… SEVGİLERİMLE…
.
Yorumlar
Kalan Karakter: