Gün doğarken uyandım bu sabah.
Denizi görebildiğim en güzel köşeye oturdum.
Hafif yağan yağmurun sesini dinledim usulca.
Yağmurlu günlerde pek çok anı düşer aklıma
Kahvemi de yeni demledim.
Sert, simsiyah, şekersiz…
Sosyal medyada gördüğüm sahte sevgilerin altına sığınan sahte yüzlerden kaçtım bugün.
Emek vermeden kavuşulan ve öyle kolayca silip atılan sevgilerden kaçtım.
Aylarca emek verdiğim, her gün yapraklarını bir bir sevdiğim çiçeklerimi suladım.
Yıllardır yanı başımda tüm kötülüklere beraber göğüs gerdiğim kedilerimi öptüm, bol bol.
Eski aşklardan kalan son külleri boşalttım çöp kutusuna.
Yüzlerce kilometre uzakta olan babamı aradım
Sonrada oturdum saatlerce ağladım.
Koskoca evin içinde kendimle baş başa kaldım.
Sevgiyle aramdaki o soğuk duvara çarpıp çarpıp durdum.
Büyüdükçe zorlaşacak hayat demişlerdi de duvarların böyle kalınlaşacak dememişlerdi.
Oysa İnsan ne kadar kolay severdi çocukken!
Biri şeker verse güler, çikolata verse sarılır, tebessüm etse peşinden koşar giderdim
Şimdi ruhumun derinliklerinde kaybolan sevgi kırıntılarımı arar oldum.
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte” demişti yıllar önce Nilgün Marmara …
Yitip giden neydi ?
Neydi bu insanın içinde kalan tarifsiz soğukluk ?
Soğuk demişken, yağmur da şiddetin arttırdı.
İzmir’i görebileceğim en güzel köşeye saklandım ben de
Elimde de Fromm’dan “sevme sanatı”…
Defalarca okumuşumdur bu kitabı.
Her yıl farklı satırların altını çizdiğimde anladım sevginin aslında sürekli değişen bir kavram olduğunu.
Hayat değişirken bileğinden sürükleyerek sevgiyi de yollara sürüklüyormuş meğer.
Bazen kaza yapıyor yolda bazen çıkmaz sokağa giriyor bazen ise denizi en güzel gören caddede mola veriyormuş.
Benimki her şeyi gördü de devam etmekten yoruldu sonu gelmeyen yollarda.
Önce annemle başlayan sevgi yolculuğum ne zaman bitti, bilemiyorum.
Ne zaman vazgeçtim sevmekten ve sevilmenin bıraktığı hazdan ?