“747. kez anılıyor, Hak’ka yürüyüş gecesinde Hz. Mevlânâ”
Anadolu > Ana dolu!.. Toprak ana misali, ana vatan misali, kadın anam misali..
Analar nasıl ki her türlü duygunun çoğaltıcısı, koruyucusu ve taşıyıcısı ise; atalarımızın ana sıfatıyla anılmasını sağladıkları vatan toprağımız olan Anadolu’muz da analar misali, insanı insan yapan âlemleri yoktan var eden Halık’ın insana yüklediği değerleri fark eden; sahiplenen, çoğaltan ve taşıyan gönül sultanlarının toprağıdır aynı zamanda…
Kimler midir bunlar: Ahmet Yesevî Ocağından dem almış Hak erenleri: Hacı Bektaş Veli, Karacaahmet, Tapduk Emre, Yunus Emre, Nasrettin Hoca, Ahi Evran, Şeyh Edebalı ve daha isimli isimsiz niceleri…
Kimler midir bunlar: Abdalân-ı Rum(Anadolu Abdalları), Ahiyân-ı Rum(Anadolu Ahileri), Bacıyân-ı Rum(Anadolu Bacıları), Gaziyân-ı Rum(Anadolu Gazileri)dir.
Kim midir bunlar: Sultan Alpaslan’dır, Kılıçarslan’dır, Karamanoğlu Mehmet Beydir, Ertuğrul Gazidir, Osman Beydir…
Atalarımız Anadolu’ya gelmezden önce, Doğu Roma’nın zayıflaması, Bizans’ın kendi derdine düşmesi yüzünden yüz yıllardır Anadolu dirlik düzenlik yüzü görmeyen bir özelliğe sahiptir… Sanki atalarımız Türkistan’dan Sevk-i İlâhî ile Anadolu’ya dirlik düzenlik, huzur ve sükûnet, adalet ve refahı sağlaması için gönderilmiştir.
Anadolu Selçuklu Devleti, sekiz Haçlı Seferine gögüs germiş, Moğol istilasıyla zor dönemler yaşamış, Timur döneminde de Fetret Dönemi dediğimiz kardeş kavgaları dönemini yaşamıştır. Bütün bu karmaşık dönemler içerisinde Yesevî Ocağından dem alan dervişler ve Türkistan’dan gelen Hak Erenleri mütemadiyen insanı ve insanlığı İlâhî Aşka davet etmişlerdir.
Hacı Bektaş Veli: “İnsan okunacak yüce bir kitaptır!” derken
Yunus Emre: “İlim ilim bilmektir // İlim kendin bilmektir” sözüyle insanları kendisini bilmeye davet etmiş; “Dört kitabın mânâsı saklıdırbir elifte” derken de bütün semâvî inançların insanın kozmik âlemin sahibi olan Yaratıcı’yı bilmesi gerekliliğine dikkât çekmiştir.
Ahi Evran: “Eline Dİline Beline sahip ol!” düsturuyla evrensel doğrulara davet etmiştir bağlılarını da insanlığı da…
Kaygusuz Abdal: “İnsan mânâya derler!” sözüyle insanın hakikatini özetleyivermiştir.
Şeyh Edebalı: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturuyla devletlerin evrensel huzuru inşâ etmesine dikkât çekmiştir.
Bu gönül sultanlarının kimisi esnafa, meslek aerbâbına, kimisi çiftçilere, kimisi köylülere seslenirken Hz. Mevlânâ da Farsça söyleyişiyle dönemin saraylısına, entelektüeline seslenmiştir.
Değerli okurlarım, şimdi de bu vesileyle bütün zamanlarda olduğu gibi günümüzde de boş durmayan beşinci kol faaliyetine dikkâtinizi çekmeye çalışacağım…
Türk milletinin Anadolu’daki varlığını, hele hele Osmanlı Devletiyle üç kıtaya yayılmasını hazmedemeyen çevreler, Türk insanının zihnini bulandırmak, tarihî değerleriyle arasına girmek, onları değersizleştirmek için dün olduğu gibi bugün de son derece sinsi bir oyunu sürdürmektedirler.
Bu oyunu sürdürürken her gruba, her ideolojiye, her inanç grubuna onların hoşuna gidecek yaklaşımlar ve mantık oyunlarıyla yaklaşmakta, suret-i Hak’tan görünerek adetâ ruhlara ve zihinlerine zehirlerini akıtmaktadırlar.
Neymiş efendim Mevlânâ Türk değilmiş… Neymiş efendim Mevlânâ eserlerini Farsça yazmış. Neymiş efendim siyasi bir takım hareketlerde bulunmuşmuş!.. Dikkât edilirse bu yaklaşımların hiç birisinde onun eserlerine dâir, felsefesine dâir, Kur’an’dan beslenen insan sevgisine dâir bir eleştiri söz konusu değildir.
Son yıllarda Mevlânâ adının kullanılarak yayınlanan her bir roman yazarının meşrebine, milliyetine ve niyetine göre okura farklı bir Mevlânâ kimliği sunmaktadır ki işte o büyük zâtı anlamanın zorluklarından birisi de burada başlamaktadır. Ben burada sadece Tahir-ül Mevlevî-Tahir Olgun-nin Mesnevî Şerhini tavsiye edeceğim gerçekten Mevlânâ’yı tanımak isteyenlere…
Neymiş efndim Pîr Sultan Abdâl, şöyleymiş de böyleymiş diyenlerin bir yandan da hemen her gün radyo ve tvlerden Pir Sultan türkülerini-nefeslerini dinlemeyi sürdürdüklerine tanık oluyoruz.
Neymiş efendim Osmanlı Sultanlarının hanımları yabancıymış… Fatih Hristiyan mıymış, neymiş… Osmanlı’yı Türkler yönetmemişmiş…
Neymiş efendim Mustafa Kemal Selânik doğumluymuş da onun kökeni şâibeliymişmiş de neymiş!..
İşte değerli okurlarım, bu örneklerden de görüleceği gibi Türk milletinden olup olmadıkları bile şüpheli olan çevreler güyâ Türkçülük yaparak özellikle de Türk milleti kavramıyla üniter bir yapıya kavuşmuş olan insanımızın zihin ve ruh dünyasını kristalize etmek ve dağıtmak için ellerinden gelen her türlü oyunu sürdürmeye devam etmektedirler. Zaman zaman da Türk milletinin Anadolu’ya zaten sonradan geldiği, dolayısıyla bu topraklarda yaşamaması gerektiği gibi bir algıyı da özellikle batılı kamu oyuna sinsice Kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Unutulmasın ki, tarihte yaşanmış bitmiş olaylarla ilgili hiçkimse, hiç bir çevre, hiç bir ülke ve hiçbir millet mahkeme kurmak ve geçmişi yargılamak hakkına sahip değildir. Bunu söylerken de Mehmet âkif’in “Tarihe tekerrürden ibarettir derlerdi // İbret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi!..” sözünü de unuttuğumu sanmayın.
Elbette, sekiz Haçlı Seferini unutmayacağız, Moğol istilasını unutmayacağız, Karlofça ile başlayan osmanlı’nın çöküş sürecini unutmayacağız. Hele hele 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi ile başlayan Osmanlı’nın son kırk yılını unutmayacağız…
Elbette Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı Kurtuluş Savaşımızı unutmayacağız… 9 Eylül 1922’de emperyal devletlerin oyuncağı olan Yunan ordularının İzmir’de denize dökülüşünü unutmayacağız…
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür!..” ilkesiyle Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren yen bir devlet, yenibir rejim ile yola çıkarak yeni bir insan inşâsına girişen Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh!” ilkesi insanımızın ruh dünyasının doğru sevgilerle beslenebilmesiyle hayat geçirebilmesiyle mümkün olabilecekti. İşte bunun için Atatürk Türkiyesi’nin beslenme kaynakları, evrensel sevgilerle cihana seslenmiş olan Yunus Emrelerin, Karacaoğlanların Nasrettin Hocaların ve Mevlânâların Kur’an’dan mayalanan ve dünya insanını kucaklayan, sarıp sarmalayan evrensel sevgileri olmuştur.
Sözlerimi, iyi anlaşıldığı ve uygulandığında insanın hem maneviyeti hem de maddi varlığına huzur verecek olan 7 ilkesiyle noktalamak istiyorum değerli okurlarım:
Mevlana’nın Yedi Öğüdü:
“CÖMERTLİKTE ve yardım etmede AKARSU gibi ol.
ŞEFKATTE ve merhamette GÜNEŞ gibi ol.
Başkalarının KUSURUNU ÖRTMEDE GECE gibi ol.
HİDDETTE ve asabiyette ÖLÜ gibi ol.
TEVAZUDA ve alçak gönüllülükte TOPRAK gibi ol.
HOŞGÖRÜLÜKTE DENİZ gibi ol.
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL.”
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir." sözleriyle gönüllerde kalıcı bir yer bulan ve; “Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...” Diyen ve yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri yüzyıllar öncesinden bugüne seslenen “Ne olursan ol yine gel” çağrısıyla insanlığı iyilik ve güzelliğe çağıran bir Allah dostu. Ölümü, Allah’a kavuşmanın müjdesi sayan öğretisiyle insanlığı Allah yoluna davet eden ve Anadolu’nun yetiştirdiği bir tasavvuf ehli. Hz. Mevlana, 13. yüzyılın yolumuzu aydınlatan en önemli fenerlerinden, bizim medeniyetimizin beşiklerinden birisidir. Ahmet Yesevi’den başlayıp Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana bu çizgi bizim hamurumuzu yoğuran en önemli kültürümüzün kaynaklarından birisidir. Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerinin üç temel üzerine inşa edilmiş kişiliği var; ilim, aşk ve hikmet. Bu nedenle ki değerli kardeşim/hocam gönlü güzel insan Serif Kutludag; "HAK ÂŞIĞI BİR GÖNÜL SULTANI; Hz. MEVLÂNÂ" diyerek başladığınız ve Hak’ka yürüyüş gecesinin 747. vuslat gününde kaleme aldığınız bu muhteşem makaleniz karşısında kaleminize selam olsun der sevgi ve muhabbetlerimi iletirim, Şeb-i Arus Hz. Mevlana’nın ölümü öldürdüğü bir düşüncenin ilanı demektir. Ölümü güzelleştiren Hz. Mevlana, Şeb-i Arus’u düğün gecesi ilan etmiş. Düğün gecesi, bu bakımdan Hz. Mevlana Şeb-i Arus ile esasında Allah’a kavuşmanın, vuslatın ve ayrılığın bittiği gün diye ifade etmesi açısından çok önemlidir. Çünkü İslam tasavvufunda ölüm yok oluş demek değildir, yepyeni bir dünyaya gönlün ve kapıların açılması anlamına gelir, bu yüzden Mevlana diyor ki, “Ben öldüğüm zaman arkamdan ağlamayın çünkü bu gidişim benim rabbime kavuşma gidişimdir, vuslata doğru yürüyüşümdür. Bunu bir bayram gibi telakki edin.” TRT AVAZ'dan dün gece saat 19:00'dan itibaren canlı olarak izlediğim ŞEB-İ ARUS törenini huşu ile izledim ki izleyenler güzelliğin farkına varmış, dünyadaki aşıkların gönüllerine ateş salmıştır...