“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” Nasıl ve neden ortaya çıktı?
8 Mart 1857'de yine ABD'nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin kurulan barikatlar nedeniyle kaçamamaları sonucunda 120 kadın işçinin ölmesi olayının anısı üzerine oluşturuldu.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 16 Aralık 1977 yılında aldığı kararı ile üye ülkeler kendi geleneklerine ve tarihlerine uygun bir günü “Uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü” ilan etmeye davet edilir.
“Günümüzde Dünya Emekçi Kadınlar Günü” bazı ülkelerde resmî tatildir, bazı ülkelerde ise büyük ölçüde görmezden gelinir. Bazı ülkelerde protesto günüdür, bazılarında ise kadınlığı kutlayan bir gün olarak yaşatılmaktadır.
“5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü” , “20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü” , “10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan 183. oturumunda kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” vb ne kadar UNESCO ve BM-Birleşmiş Milletler kökenli kabuller, bildiriler ve günler varsa hepsinin de bir aldatmacadan ibaret olduğunu hem Ukrayna-Rusya Savaşında gördük hem de İsrail-Filistin Savaşı’nda Gazze’de yaşananlarla gördük; görmeye de devam ediyoruz.
Kimse bana dünyanın gözü önünde Gazze’de yaşanan katliamlar sürerken dünya Emekçi Kadınlar vb süslü süslü sözler etmesin. Kimse bana BM ya da UNESCO’nun defterlerde kalan kurallarından söz etmesin: Kimse bana İsrail hastaneleri vururken; çocukların devam ettiği okulları vururken; göçmen kamplarını bombalarken Dünya kadın haklarından, Dünya çocuk haklarından ve insan hakları evrensel beyannamesinden filan söz etmesin…
İşte yaşananlar aynasında hayatın en acı gerçeğiyle karşılaştık; yüzleştik: İnsanların her türden haklarını arayabilmesi için de özgür bir vatanı, özgür bir devleti olması gerekiyor. Bunlar olmadan insanla ilgili hiç bir hak ve hukukun mücadelesinin olamayacağı ve verilen göstermelik mücadelelerin de bir anlam ifade etmeyeceğini İsrail ve İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’nin aylardan bu yana dünyanın gözleri önünde Gazze’de sergiledikleri vahşet göstermeye yetip de artıyor…
Benzer bir vahşetin de Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine uyguladığını biliyoruz fakat ne yazık ki Gazze’de olup bitenlerin duyurusunun yapıldığı kadar duyurusunu yapıp dünyanın dikkâtini Doğu Türkistan’a Uygur Türklerine çekemiyoruz…
Bu noktadan hareketle de 100. Yılını yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin varlığı, doğuşu ve özgür bir kimlik kazanma mücadelesi olan Millî Mücadele /İstiklâl Harbi yıllarındaki Türk kadınlarının üstlendikleri fedakârlıkları anarak saygılarımızı sunmamız gerekiyor kadın kahramanlarımıza… Kimler mi onlar?
Tarihlere 93 Harbi diye de geçen, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile başlayan bitmek bilmeyen savaşlar döneminde 9 Eylül 1922’ye gelinceye kadar aradan geçen 44 yıllık savaşlar dönemine; Yemen’de, Sarıkamış’ta, Trablusgarp’ta, Hicaz’da, Kanal’da, Çanakkale’de, Sakarya’da, İnönü’de devamında da Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 Yıllık sürecinde devletimizin bekası için canlarını vermiş olan bütün Mehmetçikleri doğuran, büyüten yetiştiren ve vatan için cepheye gönderen; gelmediklerinde bağrına taş basan kadınlarımız; analarımızdır…
Sembolik olarak isimlendirilmesi gerekiyorsa: NENE HATUN’dur, KARA FATMA’dır, TAYYAR RAHMİYE’dir, ŞERİFE BACI’dır, ÇETE AYŞE’dir…
O Şerife BACI ki, Kastamonu’dan cephane yüklediği kağnısıyla kış ortamında yola düştüğünde tipiye yakalandığında mermiler ıslanmasın diye battaniyeyi mermilerin üstüne örterken kendisi donarak şehit olur: Mermilerin arasında ise bir can Elifcik bırakarak geride…
İşte Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın kaleme aldığı “MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI” şiiri de o zorlu günlerin anısını taşımaktadır.
Yazımı Fazıl Hüsnü’nün “Mustafa Kemal’in Kağnısı şiiriyle noktalamak istiyorum değerli okurlarım:
“MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI”
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sanki elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.
İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Yorumlar
Kalan Karakter: