"Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır." (Meariç/19)
"Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır." (Al-i İmran/14)
Hırs, sebeb-i haseretir, illet, zillettir; mahrumiyet ve sefaleti getirir.
Evet, her milletten ziyade hırsla dünyaya saldıran Yahudi milletinin sınırsız hırsı zillet ve sefaleti, kati dir.
Hadis-i şerifte ”Bütün kötülüklerin başı dünyadır” yani dünya sevgisidir buyuruluyor.
Bütün felaketler dünya sevgisi ve hırs denilen iki vahşi duygunun birleşmesi ile zuhur ediyor. Hırsının esiri olmuş insanlar istediklerini elde edebilmek için her yolu deniyorlar.
Bunun neticeside kaos ve kargaşa, milli adaletsizlik, düzensizlik fitne fesat oluyor.
Hırs ve dünya sevgisinin tek pan zehri de hakiki bir ilim hikmet sahibi olmak icabeder.
Derviş Yunus olmak O ki; bırakın dünyayı cenneti bile istememiştir.
"Cennet dedikleri
Bir kaç köşk ve huri
Onu isyetene ver
Bana seni gerek seni…" dizeleri ile dile getirmiş.
FELÂKET GETİREN ZENGİNLİK...!
Medine Müslümanlarından Sâlebe’nin mala, mülke karşı aşırı derece hırsı vardı.
Zengin olmak istiyordu, hem de mutlaka zengin olmak! Hattâ benliğini saran bu şiddetli zengin olma arzusu, nihayet onu Resûlüllah’dan dua istemeye kadar sevketti. Bir gün huzur-ı Peygamberî’ye çıkarak:
– Yâ Resûlâllah, Allah’a dua et de zengin olayım, dedi.
Allah’ın Resûlü, Sâlebe’nin bu isteğine şöyle cevap verdi:
– Şükrünü yapabildiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.
Bu söz Sâlebe’ye kâfi gelmişti. Bir müddet bu îkazın mânâsı üzerinde düşünerek benliğini saran zengin olmak arzusundan birazcık olsun kurtuldu, fakat hırs onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Zamanla ihtirası yeniden depreştiği için tekrar müracaat etti:
– Yâ Resûlâllah, dua et de zengin olayım, dedi.
Bu sefer biraz daha açık ve ağır konuşan Resûl-i Ekrem:
– Ben senin için kâfi bir örnek değil miyim? dedi ve ilâve etti:
“Allah’a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp geleceklerdi; fakat ben istemedim.”
Elinde bu kadar İlâhî kudret bulunmasına rağmen Resûlüllah’ın evinde haftalarca çorba pişmediği, ekseri günleri oruçlu bulundukları, çoğu zaman iftar sofraları birkaç hurma tanesi ile bir arpa ekmeğinden ibaret olduğu, herkesin bildiği bir hakikattı.
Sâlebe bunları düşünerek bir müddet daha isteğinden vazgeçti.
Zaman zaman “zengin olursam fakir fukaraya iyi yardım ederim, daha çok sevab kazanırım” diye hayal kuruyor ve Resûlüllah’a (sav) üçüncü olarak bir müracaat daha yapmayı düşünüyordu. Nihayet müracaatını yaptı da; hem de söz vererek dedi ki:
“Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakir fukarayı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim.”
Sâlebe’nin bu kadar ısrarına karşı dayanamayan Resûlüllah: (sav) ”Yâ Rabbi, Sâlebe’yi istediği mala kavuştur,” diye dua etti.
Bu dua üzerine koyun olarak sürü otlatmaya başlayan Sâlebe, daha evvel bütün namazlarını Resûlüllah’ın cemaati olarak kıldığı için kendisine Cami Kuşu adı verildiği halde, bu sefer sadece öğle ve ikindiyi mescidde kılabiliyor, diğer namazlarını koyunların ardında, bâzan da kazâen îfa edebiliyordu.
Kısa zamanda çoğalan, bereketlenen koyunlar, Medine yakınlarına sığmaz oldular, uzak çöllere, sulak yaylalara gitmek zarureti ile karşılaşan Sâlebe, artık öğle ve ikindi namazlarına da gelemiyor, sadece Cumaları mescidde görülüyordu.
Nihayet çöldeki meşgalesi, ona Cuma namazlarını da unutturdu.
Arada sırada bir, sürü ile uğradığı yolların üstünde rastladığı yolculardan “Ne var, ne yok” diye haber soruyor; sonra da koyunların ardından ıssız çöllere doğru tekrar dalıp gidiyordu.
Artık umumî mes’elelerle alâkası kesilmiş, sadece şahsını ve şahsî işlerini düşünüyor, koyunlarını nerede daha iyi otlatabileceğinden başka bir şey hatırına gelmiyordu.
Bir gün Resûlüllah’ın:
– Sâlebe görülmüyor, nerededir?” diye sorması üzerine:
– Koyun aldı; sinek kurtları kadar çoğaldı; buralara sığmaz olduğundan şimdi çöllerde sürüsünün ardında dolaşıyor,” dediler.
Resûlüllah:
– Sâlebe’ye yazık oldu, yazık!” buyurdu.
İşte bu sırada zekât ve sadaka âyeti nâzil olarak, mâlî durumu düzgün olan Müslümanların geçim sıkıntısı içinde bulunan kardeşlerine yardım etmeleri emredildi.
Bu âyet-i kerîmenin emrine büyük bir istekle uyan Müslümanlar, mallarının bir kısmını geçim sıkıntısı içinde yaşayan kardeşlerine seve seve verirken Sâlebe:
– Bu sizin yaptığınız düpedüz haraçtır,” diyerek zekât toplayan memurları boş çevirdi.
Haberi duyan Resûlüllah, üzülerek “Yazık oldu Sâlebe’ye!” sözünü tekrarladı.
Sâlebe’nin evvelâ, “Zengin olursam her hak sâhibine hakkını vereceğim” diye yemîn edip, sonra da bu kadar değişik tavır göstermesi üerine “Berâe” sûresindeki şu âyet-i kerîme nâzil oldu: ”Münâfıklardan bâzıları da mal, mülk verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha fazla bağlanıp fakir fukaraya daha çok yardım edeceklerine dair söz verdiler, ne zaman ki Allah onlara bu isteklerini ihsan eder, zengin olurlar; o zaman Allah’a verdikleri sözü unuturlar, cahillik edip fukaranın hakkını vermezler.”
Bu âyet-i kerîme, Sâlebe’nin münâfıklar sınıfına düştüğünü bildirmesi üzerine, akrabalarından biri şiddetli teessüre kapılarak gidip Sâlebe’ye durumu haber verdi ve fukaranın hakkını vererek kendisini münâfıklıktan hemen kurtarmasını istedi.
Bunun üzerine Sâlebe, Resûlüllah (sav) müracaat ederek fukaranın hakkını getirdiğini söylediyse de Resûlüllah üzüntülü bir edâ ile:
“Senin verdiklerini alamam artık Sâlebe… Allah Celle ve Alâ men’etti, haydi git!” diye mukabelede bulundu.
Resûlüllah’ın âhirete teşrifinden sonra halifelere zekatını vermek istesede kimse kabul etmedi.
– Resûlüllah’ın almadığını biz nasıl kabûl ederiz?” İmam Ali (as) buyurdu ki,
– Yâ Sâlebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü îfa edemediğin çok maldan hayırlıdır.
HIRSIN HAYATLA ÖDENEN BEDELİ...
ABD’nin New York şehri, trafik yoğunluğu en çok olan dünyanın belli başlı metropollerinden biridir.
İşte, New York’un bu oldukça hareketli günlerinin birinde şehrin beşinci caddesinde yürüyen bir adama bir otomobil hafifçe çarptı. Bu istenmeyen kazada yayaya bir şey olmamıştı. Otomobilin şoförü yayayla konuştu, özür diledi ve iş tatlıya bağlandı.
Fakat yaya tam düştüğü yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi uzaktan görüp gelen bir aklıevvel, düşen adamın yanına gelerek yerinden kalkmadığı taktirde yaralandığını öne sürerek sigortadan hatırı sayılır miktarda para alabileceğini söyledi.
Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları gözünün önünde canlandıran adam, paranın cazibesiyle doğrulduğu yerden yeniden arabanın önüne yattı.
Araç sürücüsü ise bütün bunlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, bir an önce hadise mahalinden uzaklaşma isteğiyle arabasını çalıştırıp gaza bastı. Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam, daha ne olduğunu bile anlayamadan hırsının bedelini canıyla ödedi.
YAHUDİ’NİN YALANI...
İsa (as) vaaz etmek üzere bir köye gidiyordu. Arkasından yetişen bir Yahudi, ona yol arkadaşı oldu. Bir müddet yürüdükten sonra acıktılar. Yol kenarına oturdular. Hazret-i İsa, heybesinden üç ekmek çıkardı. Birini Yahudi’ye verdi, birini kendi yedi, uçucusunu ise tekrar heybesine koyup ibadete başladı. Yahudi, fırsattan yararlanıp kalan ekmeği de yedi.
Hazreti İsa dönünce heybesindeki ekmeğin yok olduğunu gördü. Yahudi’ye sordu, ama o, yeminler ederek görmediğini söyledi. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm, Yahudi’ye bir ders vermek istedi. Toprağı avuçladı. Sonra avucunu açtı. Avucu altın doluydu. Hazreti İsa mucize göstermişti. Yahudi ise altınları ondan nasıl alacağım düşünüyordu.
Hazreti İsa hiç ses çıkarmadan altınlardan bir kısmını Yahudi’ye verdi, bir kısmını kendisi aldı.Kalanını avucunda tutup:
— Son ekmeği kim yedi ise bunu ona vereceğim, dedi. O zamana kadar ekmeği görmediğini, yemediğini iddia
eden Yahudi, hemen atıldı;
— Ben yedim, altınları bana ver.
— Sen dünya malına çok hırs gösteriyorsun. Hırs insana zarar verir. Bütün altınları al, senin olsun. Ama peşimi bırak. Senin gibi bir yalancı ile yolculuk yapamam.
Ve ayrıldı gitti.
Yalnız kalan Yahudi, sevinçten uçuyor, altınlarla oynuyordu. O sırada eşkıyalar bastı. Altınları elinden almak istediler. Yahudi hemen bir kurnazlık düşündü.
— Bu işi kavgasız gürültüsüz halledelim, dedi, aramızda bölüşelim.
Teklif eşkıyaların hoşuna gitti.
— Peki, dediler, bölüşelim.
— Ama önce karnımızı doyuralım. Bir kaç kişi kasabaya gitsin de yiyecek getirsin.
Birkaç kişi yiyecek almaya gönderildi.
Gözlerini altın hırsı bürümüştü. Arkadaşlarım öldürüp altına sahip olmak için yiyeceklere zehir attılar. Yahudi’nin yanında kalanlar da aynı şeyi düşünmüş ve arkadaşlarına pusu kurmuşlardı. Ansızın saldırıp hepsini öldürdüler. Getirdikleri yiyecekleri de bir güzel yediler. Sıra altını bölüşmeye gelmişti. Ama zehir tesirini göstermeye başlamıştı. Az sonra hepsi öldü.
Hazreti İsa (as) köydeki işini bitirip dönerken cesetleri gördü. Üzüntü içinde şunları söyledi:
— Mal ve para hırsının sonu budur işte. Helâl kazançla yetinmeyenler böyle perişan olur. Ey Allah’ım, bizi başkalarının hakkına göz dikenlerden etme…!
Hırs kin ve öfkeyi çağırır ardından… Öfke şeytan payandası ona. Aslında bu destek çürük ve küflü. En küçük bir menfaat darbesiyle destek yıkılır ve insan ümitsizliğin zindanlık iklimine tıkılır bir anda. Efsunlu bir büyü vardır hırsın yüzünde, insanı kendine çeken ve ona zehirli meyveler sunan bir büyü. Yemişlerine bedbahtlık usaresi zerkedilmiştir onun. Sancısı çok sonra çıkar ortaya.
Hırs, yiyip bitirir bütün iyilikleri, sevapları. Hayırlar onun yakıcı ikliminde erir gider. Gözü kör eder, kalbi sefalete düşürür, ahmaklık okuyla zedeler dimağı. Onun için hırsın girdiği bir dünyadan basiret çıkar. Onun karanlık gölgesi düşünce, ruha cömertlik, hoşgörü diğergâmlık gibi insanî hasletler elini eteğini çekerler o iklimden tıpkı dünyayı terk eden ışık huzmeleri gibi. Işığın olmadığı yerde karanlığın zifiri renginden başka ne kalır ki?
İyi ve kötü doğru ve yanlış, Güzel ve çirkin olan her şeyin bir ölçüsü varsa, ve bunlar muhakkak hesaplara tabi ise, bu hesapların da bir muhasebesi varsa, Kimine göre muhasebenin mihengi şartlar, kimine göre akıl, kimine göre vicdan, Kimine göre evrensel adalet, kimine göre öncekilerin tecrübeleri ve hayat hikayeleri, Kimine göre güç, para ve pul, kimine göre zer ve zor, kimine göre de Bilim ve fendir.
Sonuçta şaşmayan ve insanoğlunun detayına sahip olmadığı, sadece peygamberlerin hayatında tebarüz eden ilahi irade ve rızadır.
Bu ilahi iradeye razı olanlar en mükemmel kaderi yaşadıkları da bir gerçek olarak okumak mümkündür.
“Şüphesiz ki sen ecelinden öne geçemez ve senin olmayan bir şeyle rızıklanamazsın o halde neden nefsini mutsuz kılıyorsun, ey Mutsuz” (Hz.Ali as)
Halk arasında söylenen bazı sözler çok derin anlamlar içerir. “Evdeki hesap çarşıya uymaz demişler" aşağıdaki örneklerde olduğu gibi;
Tolstoy’un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında geçen, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.
Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek yada koşarak ulaştığın bütün yerler senindir fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. Seni başladığın yerde görmek istiyorum. Yoksa bütün hakkını kaybedersin. Der.
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Vakit epey geçmiş. Daha hızlı Koşar, koşar, ama artık kesilir takati. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar.
Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur.
Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!
İşte dünya hayatında elindekine kanaat etmezsen hep koşar durursun ama bu çabanın ve enerjinin nihayetini de düşünmeden, Hani güzel bir söz vardır
“Hayat otobüsün boş koltuğu gibidir tam da boş koltuk bulmuşken bakarsın son duraktasın.ve inmen gerekir.
“Hırstan sakın, Zira nice lokmalar insanı birçok lokmadan alıkoyar. Senin olmayan şeyle rızıklanamazsın, o halde neden nefsini mutsuz kılıyorsun ey mutsuz” (Hz.Ali as)
“Başlayan her şey biter.hayatı komedi sananlar son espiriyi iyi düşünsünler”(Seneca)
Akıl hayatı böyle tarif eder ama nefis doymak bilmeyenlerin diyarıdır.
Mevlana'ya bakalım;
"Can sizin değil niye vuruşuyorsunuz, Mal sizin değil niye bölüşemiyorsunuz."
Lübnan'ın en zengin adamı Eymen Bistani, Beyrut’u en iyi noktadan gören hakim bir tepede kendisine görkemli bir mezar yaptı, oraya gömülmeyi vasiyet etti. İlahi kader farklı tecelli etti, özel uçağı denize düştü.
Milyonlara mal olan aramalar sonunda uçağı bulundu ama cesedine ulaşılamadı. İşte bazen evdeki hesaplar çarşıya uymuyor. İyi bir muhasebeci olman da yetmiyor.
“Şüphesiz ki akıbetine bakmaksızın işlere koyulan kimse büyük ve ağır musibetlere maruz kalır.” (Hz.Ali as)
Peygamber (s.a.v)’e sormuşlar,? Allah’a en yakın insan kimdir,? Peygamber(SAV) “ Şu üç şeyi yapan Allah’a en yakın insandır;
1-Geçiciyi ebediye değişmeyen (Geçici dünya ebedi ahirettir),
2-Kendini sürekli kabre hazırlayandır,
3-Kendini ölülerden sayan kimsedir, Sonuçta yaşayan ölüleriz.”
Yanlış hesap Bağdat’tan döner demişlerse de buradaki yanlış hesaplar’ın telafisi mümkün olmayıp kabirde geri dönüşümsüz netleşir. Nadimler Geri dönüşü mümkün olmayan mekanlarda Allah’a “Bizi tekrar dünyaya gönder sana kulluk ederiz,Allah ise bu işin tekrarı olsa da sonuç değişmeyecektir” beyanı kadim iradenin akıbet ile ilgili beyanıdır.
Lord Teshlid İngiltere'nin en zengin adamlarındandı, zaman zaman devlete bile borç veriyordu. Malikânesinde oldukça büyük ve korunaklı bir odayı Servet kasası olarak kullanıyordu. Bir gün hazinesine girdi ve yanlışlıkla kapıyı üstüne kapattı. Oda çok özel inşa edildiği için, ne kadar bağırıp çağırdıysa, yardım istediyse de sesini kimseye duyuramadı. Zaman zaman eve gelmediği için, evdekiler arama ihtiyacı hissetmedi. Günler sonra cesedi bulunan Lord, bir şekilde parmağını kesmiş ve kanıyla şu cümleyi yazmıştı: "Dünyanın en zengin insanı, açlıktan ve susuzluktan ölüyor.
“Büyük bir servet büyük bir köleliktir.”(Seneca)
Bu haliyle Kapitalist Realite beşere huzur vaat etmiyor, sürekli yeni ihtiyaçlar üreterek ürettiklerini tüketimine mecbur ediyor, Bu haliyle Farkında olmadan beşeriyeti tüketim hastası yapıp, Şükür’den yoksun sakar Şakirler üretiyor.!
Kapitalizm boş vakitlerde bizi yönlendirmek için; medya, televizyon, pornografik vitrinler, uyuşturan filmler, popüler müziklerle dikkatimizi dağıtır ve varoluşumuzu gerçekleştirmeyi imkânsızlaştırırlar.!
Frantz Fanon'u dinleyelim;
"Kapitalist ülkelerde, sömürülenler ile iktidar arasına çok sayıda ahlak hocası, danışman ve "kafa karıştırıcı" girer.
Batı toplamlarında insanı insana unutturmak için Şems-i Tebrizi'nin dediği gibi;"Biri gelir seni sen Eder, Biri gelir seni senden eder." İkinci misale uygun bir realite bunların kara kaderini haftada bir Kilise veya sinagoga çekmekle teselli edemiyor.
Beşeriyet bu haliyle ne müzisyenlerin notaları, ne Hint yogasının mitolojisi, Ne meddahların kasşdeleri, Ne de doğu toplumlarının önerdiği tarikatların Rabıta seansları ve Pirlerin anlamsız ve ruhsuz mimikleri teselli edilemeyecek kadar hastadır.
Sonuçta ne din adamlarının Ruhtan yoksun üfürükleri, Ne de Pisboğazların boğazlara tıkadığı Gdo'lü gıdaları çözüm olamadı.
Hz. Ali (as) mı dinleyelim. ”Kıyamet günü cehennemin yakıtı malını fakirlerden esirgeyen zenginler ve dinini dünyasına satan alimlerdir.”
Fizik ve Matematik bilimini aciz bırakan madrabaz kapitalistler. Emme-Basma mantığıyla doldur ve boşalt işini kitabına uydurdular, Birileri hırsızlığını sana ihtiyaç diye yutturmuşsa gerisi laf-u güzaf.
Şüphesiz dünyadan ayrılma duygusu İstikbal kaygısı, ölüm korkusu hadisesidir, muhtevasını tam anlamıyoruz; nerde, ne zaman ve nasıl bitecek.
İnsanoğlu hayatı boyunca evden çıkar, sonra tekrar döner, ama bir gün çıkar bir daha da dönmez...
Kendi ayıbını görmekten aciz olanlar sürekli başkalarında kendilerince ayıp ararlar, ve akılını ayıplarını gizlemek için kurgularlar, Çünkü beyinleri kendi yanlışlarına sinyal vermez ve genel hastalıkları ukala oluşlarıdır, en büyük kişisel zaafları empatiden yoksun oluşlarıdır, Beyin nöronları hırsızlığa yoğunlaşanlar dürüst olanları da aptal olarak nitelemekten geri durmazlar. Hırsızlık yapmayanı da hep aptal olarak nitelerler.
Sadece Mideyi şişirenlerin beyinleri zayıf kalır, bu türden bir beyin yapısı hastalıklı ve eksik bir yapıdır, çağdaş tıp ve diyet uzmanlarını da hep düşman bellerler.
Bilge kral Izzetbegoviç’in dediği gibi, "En kötü kombinasyon dolu bir mide boş bir kafadır."
Bilgeye sormuşlar, Zehir nedir,? Cevap, "İhtiyacımızdan Fazla olan her şey zehirdir, Fazla güç, dinlenmek, İhtiras, Korku, Sakinlik, öfke, Neşe nefret hatta iyi niyet"
Zenginin biri Bilgeye sordu? aklın olsaydı zengin olurdun! , Bilgenin cevabı harika "Senin paran var, neden aklın yok."
Esas olan aklı evrensel değerlerin kodları ile meşgul edip, bakış açılarını bu yönde kurgulamak.
Keşke Beşer şunu idrak etseydi, Zekânın derinlik ve genişliği Servet ve Fizik ile orantılı değildir gerçeğini idrak etseydi.
"95 yaşındaki bir kadın, fotoğrafçıya gider;
Fotoğrafçıya;
"Benim fotoğrafımı çek, yalnız fotoşop yap.
Ama ne güzelleştir ne de gençleştir" der.
Fotoğrafçı:
"Ne yapayım o zaman?" diye sorar.
Kadın:
"Boynuma ihtişamlı bir zümrüt kolye,
Kulaklarıma elmas küpe,
parmağıma da gösterişli bir yakut yüzük yerleştir" der..
"Ölümümden sonra gelinlerim,
canları çıkıncaya kadar bunları arayıp dursunlar" der..”
Keşke insanlar intikam almak için sanatın da genetiğiyle oynamasalar, intikam hırsı öyle kötü bir ateştir ki mezara kadar sönmeyen bir çeşit hardır.
Hayatında kimseye zulmetmemeye, kimseden nefret etmemeye, kimseyi yaralamamaya, kimseden kendisini üstün görmemeye özen gösterenlere müjdeler olsun, ne güzel bir ahlaka sahipler.
Bizler Zaman’a ve mekâna misafiriz geçip giderken görüp işitiyoruz,
Amaç öğrenmek büyümek sevmek ve ibret almak ise ibret alan çok az ama biz sadece eğleniyor ve şakalaşıyoruz. Oysa bu işin şakası yok azizim, İş ciddi, Ciddi olduğu kadar kesin olarak gerçekleşecektir. Bu kesinlikten şüphesi olanlar seninle dalga geçmeye devam etsinler yolun sonunda nasılsa Aynel yakin, Hakkel yakin vaki olacaktır.
“Kötülere çağıranlara itaat etmek işlerin akıbetini bozar.” (Hz.Ali as) Hırs aynı zamanda kıskançlık sebebidir, hayırlı akıbet ancak İlim, Hayır ve hasenat ile insanlara karşılıksız yardım etmekle mümkündür.
Barış ve esenliğin önündeki en büyük ve kalın duvar Dünyanın HIRS duvarıdır.
Bakın müstekbirlerin iştahı bugün Filistinde savunmasız çocuk, kadın, Hasta ve yaşlılara ne acılar yaşatıyor.
Sonuçta kanaat en büyük zenginlikse bu zenginliği cebinde değil, gönlünde taşıyanlar daha mutlu değil mi? Hepimiz gidiciyiz! Hırsın Nihai mekânını idrak edemeyenler kendilerine yazık edenlerdir.
İşte bu varış noktasının ve son Durak’ın ve mekânın idraki ve şuuru ile yaşamayı ve yolculuğu Kazasız, isyansız, erdemleri ilke edinerek yaşayabilenlerden eyle...
Selam ve dua okuyan araştıran sorgulayan anlayışı ve kavrayışı yüksek olan temiz akıl sahiplerine olsun...
Yorumlar
Kalan Karakter: