Çocukluğumuzun Şeker Bayramı son yıllarda daha doğru bir isimli anılmaya başladı. Ramazan Bayramıİslam âleminde, sağlıklı ve farz olanların oruç tutarak geçirdiği 11 ayın sultanı kabul edilen Ramazan'ın ardından üç gün boyunca kutladığımız dini bir bayramdır. Hicri takvime göre onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç gününde kutlanır. Bayramdan bir önceki gün, Ramazan ayının son günü olan arifedir ve yarım gün tatil olarak kabul edilmiştir. Hicri takvim bir ay takvimi olduğu için yıllar güneş temelli miladi takvimden 11-12 gün kısadır. Bu nedenle Ramazan Bayramı tüm dini özel günler gibi her sene bir önceki seneden 11-12 gün daha erken kutlanır. Yaklaşık olarak her 33 senede bir Ramazan Bayramı aynı günlere denk gelir. Kendi çocukluğuma gidince o yılları özleme nedenim çocuk olmam mıydı, yoksa insanlar daha küçük mutlulukları yakalayabildiği için mi? Bilemiyorum. İnsanın hayatında bitmeyen bir erozyon var, yılların keser gibi koparıp attığı sevdiklerimize, günün ekonomik koşullarında eklemeye çalıştığımız çocuklar, eşler ne yazık ki eski kalabalık ailenin güzelliklerini bilmeyenler için bazen yük geliyor. Kimse bir diğerinin derdini çekmek istemiyor. Eski bayramlarda sabah erkenden termosifonlar yakılır, ailenin büyükleriyle beraber abdest alınır, ailecek bayram namazına gittikten sonra erkek tarafındaki en büyük yaştaki kişinin evinde kahvaltıya gidilirdi. Ayakkabılar bir hafta öncesinden alınmış, malumunuz öyle ben çarşıya çıktım ayakkabı aldım devri değildi. Benim çocukluğum, şükür varsıl bir ailenin üyesiydim, bir, iki çift garson boy ayakkabım, bir spor ayakkabım, bir de hiç sevmem hatta hala nefret ederim sandaletim vardı. Ayağım büyüdüğünde yenisi alınırdı. Ama her zaman annem ya da babam seçerdi. Bir kere OS-KA pasajındaki bir ayakkabıcıda sayası bej, etrafı kahve bir ayakkabıyı çok beğenmiştim ama tutturduğum için alınmamıştı da çok üzülmüştüm. Yıllar sonra babamla dertleşirken bunu söylediğimde, malum dedem ve amcam çok ünlü ayakkabı zanaatkârıydılar, babam oğlum o ayakkabı keçi derisiydi hem koku yapar, hem de sert olur ayağını vurur o nedenle almadım ama tabii sen tutturunca da alacağım olsaydı da almazdım” dedi. Bizim ayakkabılar hep vidala (süt dana derisi) olurdu hakikaten yumuşacık, alt tabanı hakiki kösele elde dövülmüş. Bugün dünyanın en zenginleri bu tabandan ayakkabı giyerler. Suni taban tercih edilmez. Neyse konuyu bayramdan saptırmayalım. Mahallelerde bayram yeri tabir edilen boş alanlar bayram günlerinde türlü etkinliklerle dolar taşardı. Oyuncak satıcıları, tüylü ok atan tüfeklerle atış yapılan panolar (ortasında mantar olurdu patlatırsan horoz şekeri falan verirlerdi), dönme dolaplar, sırıkla yürüyen adamlar, canbazlar, turşu suyu satıcıları, macun satıcıları, leblebi tozu, açıkta bisküvi satanlar, gofret çok makbuldü, çikolata pek pahalıydı pralin boldu. Daha meyve suyu satışı olan bir nesne değildi. Pepsi çok lükstü, şerbetler evde yapılır, çocuklar annelerinin yaptığı şerbeti satardı. Çiğdem çekirdek külahı 25 kuruştu, bir külahın ölçüsü bir çay bardağı ile dolmasıyla belli olurdu. Dondurma mahalledeki Fatma teyzeden veya bembeyaz kıyafetlerle seyyar olarak evin önünden geçen çok esmer bir amca lvardı lakabını hatırlıyorum ama adını unuttum, bembeyaz kıyafeti beyaz ayakkabılar, beyaz pabuçlar ve siyah çoraplar tamamlardı. Parklarda kaydırak, salıncak, tahterevallide eğlenirdik biraz daha büyükler çember çevirir, rulmandan yapılan tahta arabalarla yokuş aşağı yarışırlar, becerebilenler topaç çevirirdi. Pıt diye patlayan incecik ama rengarenk plastik toplar sanırım 1 liraydı, biri patladı mı, şutu atan gider yenisi alırdı. 1 lira ilkokul çocuğunun neredeyse bir haftalık okul harçlığıydı. Yani çok paraydı. Çocuğun yüreğine inerdi o yüzden kimse topa abanmazdı. Patlayan topun bir görevi vardı. Güzelce kesip içine sağlam topu oturttun mu onu zırh gibi korurdu. Kafa vurunca biraz acıtırdı ama kolay patlamazdı.Sonra daha yumuşak kauçuktan, daha kalın etli, daha sağlam toplar çıktı. Sanırım 15 liraydı, çünkü adı hep on beş liralık top diye kaldı. Bu toplar servet gibiydi. Birkaç arkadaş bir araya gelir alırdık o topu ve birisi yoksa o topla oynanmazdı. Bu top bahçeye kaçtı mı ev sahibinin en büyük tehdidi ya gidin başka yerde oynayın, çiçekleri kırmayın ya da KESERİM topunuzu derlerdi. Top kesmek bir kan davası başlatırdı. Biraz afacan çocuklar bir daha o evin bahçesinde ot bile bırakmaz işi abartanlar sapanla evin camlarının kırılmasından senfoni yaparlardı. Tabii topu kesen teyze ve amca bayramlık ağızlardan duyacakları ne varsa duyarlardı. Bizim zamanımızda kötü söz söylemeye niyetlenen kişi “Açtırma bayramlık ağzımı” derse bil ki küfür gelmek üzereydi. Oyuncaklarımız arasında Lak-lak, hulo-hop, vuu diye ses çıkarak borular vardı onları çevirir kim daha çok ses çıkarak diye uğraşırken komşu teyzelerden az azar işitmezdik. sonra plastik borular çıktı içine kağıttan küllah yapıp Aborjinler ya da Pigmeler gibi üfleyerek savaş yapardık kendi aramızda. Yere çizdiğimiz seksek oyun alanı, gazoz kapakları ile oynanan yine yere çizilen yılan gibi kıvrımlı bir düzenekte maharet sergilenen oyunlarımız hep neşe içinde geçerdi. Mızıkçılık her oyunun kaderiydi. Mahallenin kronik mızıkçıları belliydi, bunlar biraz daha palazlanmış çocuklardı.Genellikle mızıkçılık yaptığında itiraz edenleri marizlemek adetleriydi. Mızıkçılarla kimse oynamak istemezdi onlar da gelip oyunları bozar kavga çıkartırlardı. Takımdakiler birlik olursa bir temiz dayak yer giderdi. Her yaş grubunun sokakta kendi hayat mücadelesi vardı. Bayramın çocuklar açısından en büyük beklentisi kim kaç para hasılat toplayacaktı. Adet mendil içinde 1 liraydı. Aile büyükleri metal 2,5 liralık, daha sonra çıkan metal 5 liralık veya kağıt 5 lira verdi mi değme keyfe. Bazen tuhafiyeciye gidilir anne, babaya ya da gözüne kestirdiğin bir kız arkadaşın varsa ona hediye alır şirinlikler yapardık, ya da yeni çıkmış Zagor, Tommiks, Teksas, Red Kit, Doğan Kardeş gibi çizgi romanlar alıp bir köşeye çekilir okurduk. Fasikülü 125 kuruş, 4 ya da 5 adetten oluşan ciltlileri 5 liraydı. Okuduklarımızı da sonra kapımızın önünde sergi yapar, kuzenimin oğlu Memo (Mehmet Kaşkanlılar, çok zengin bir iş adamı oldu ve hala onu çok severim) ile mecmuanın yeniliğine göre 50-100 kuruş arasında satardık. Akşama yine bu sefer anne tarafının akrabaları ziyaret edilir büyük sofralarda kalabalık nefis yemekler yenirdi. Çocuklar aynen cadılar bayramındaki yabancılar gibi mahalledeki tüm evleri dolaşırdık. Para veren nadir olurdu ama çocuklara rengarenk şekerler verilir bazen ikinci bir tane daha almasına müsamaha gösterilirdi. İnanın o şekerlerin renkli kağıtlarını düzleştirip biriktiren bir sürü kız çocuğu tanıdım. Çocukların fazla şeker yenmesi izin verilmezdi. Dişlerin çürür doğru ve mantıklı bir gerekçe olsa da esas sorun şeker bile pahalıydı. Akide şekeri, lokum verildiğinde fazlasını mendillerin içine ya da ceplerimize doldururduk. Çikolata verildi mi anında buhar ederdik ama kazayla çok yemişsek, fazla gelen çikolatayı sonra yemek için cebinize koydunuz mu çikolata erir ve bayramlığınızı kirletirdi sonuç annenizin elinden çıkma bayramlık dayak türüyle tanış olurdunuz. Siz bakmayın bir tek çocuklarımdan vazgeçmem, ama o günlere dönmek için her şeyden vazgeçerim. Çünkü MUTLUYDUK. Yüzlerinizin güldüğü, ruhunuzun sıkılmadığı, huzur ve refah dolu günler diliyorum.