Ankara’dan bir mektup…
Bugün 9 Ekim 2025 Perşembe… Saat 16.50.
Ömrümün belki de en unutulmaz, en heyecan ve mutluluk dolu dakikaları. Ama o dakikalar geçmek bilmiyor… Dile kolay, Eylül 1977’de başlayan, 48 yıl bıkmadan, usanmadan ve hatta yılmadan verilen eğitim mücadelemin sonuna geldim. O an film şeridi gibi akıyor gözümüm önünden. Yemekhanenin önünde çektirdiğim o fotoğrafla başlayan anılar… Kime nasip olur 65 yaşında, 17 yaşındaki bir gencin yaşadığı heyecanını yüreğinde taşıyarak ipi göğüslemek.
Yer: Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanlık Odası.
22 Eylül’de girdiğim Farmakoloji V tek ders sınavından 100 tam puanla geçmenin verdiği tarifsiz mutluluk içindeyim. Birkaç dakika sonra dekanım, değerli hocam Prof. Dr. Mutlu Aytemir bilgisayarını açacak ve mezuniyetimi onaylayacak. Bu, belki de bugüne kadar hiçbir öğrenciye nasip olmamış özel bir an: Mezun edildği anı gözleriyle görmek...
Dekan yardımcıları Mine ve Bilge hocalarla beraber, dekan hocanın başına toplanmış, heyecanla parmaklarına kilitlenmiş bakıyoruz. Hocamın parmakları klavyede gezinirken, hatta her tuşa basışında nefesimi tutmuş heyecanla bekliyorum. Çünkü o parmaklar birkaç dakika içinde tam tamına 48 yıl 1 ay süren bir yolculuğa son noktayı koyacak.
Ve mezuniyet sayfası açılıyor, üç kişi var mezuniyet onayı bekleyen. Benim numaram giriş yılımdan dolayı en üstte.
Öğrenci numaralarının ilk 2 rakamı başlangıç yılı. Oysa okula ilk başladığım 1977 de öğrenci numaraları harfle başlıyordu. Harf sıralaması bitince böyle bir yönteme geçilmiş. Yani M14229 ile başlayan okul numaram 7714229 olmuştu.
Mutlu hocam “bak önce seni onaylıyorum” diyerek ONAY tuşuna bastı ve “Hadi artık Eczacı Haydar Koçak oldun, tebrik ediyorum!” diyerek sevgi ve mutluluk dolu bir ifadeyle kutladı…
Dekan yardımcılarımın tebriğiyle oda alkış ve tebessümle doluyor. O an… Boşluğa bırakılmış gibiyim. Gözyaşlarımı tutamıyorum. Yıllarca hayalini kurduğum o mutlu sona ulaşmışım ama hâlâ inanamıyorum. Bitti… Ve BEN BAŞARDIM…
İşte 48 yıllık uzun bir yolun kısa bir hikâyesi:
15 Mayıs 1961 sabahı, Ankara’nın Kalecik İlçesi’ne bağlı Elmapınar Köyü’nde, bozkırın sessizliğini delen ilk bebek çığlığı bendim. Kaderim, tahta sıralarda başlayan bir öğrenme yolculuğuna yazılmıştı.
Köy ilkokulundan sonra parasız yatılı sınavı kazanarak, köy enstitülerinin ruhunu yaşatan Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu’na adım attım. Altı yıl sonra, henüz 17 yaşımdayken, omuzlarıma bir öğretmen sorumluluğu yüklenmişti.
Ama yüreğimde daha büyük bir tutku vardı: Eczacı olmak…1977 yılında üniversite sınavına girdim ve Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım. Hayallerimin kapısı ardına kadar açılmıştı.
Ancak ülkenin kaderiyle benim kaderim bir noktada kesişti. 12 Eylül Askeri darbesi, tüm ülkeyle birlikte benim hayatımın da akışını bütünüyle değiştirdi. O yıllarda Demokrat Gazetesi’nin -Milliyet Gazetesi’nden kupon biriktirerek aldığı plastik Diana marka analog fotoğraf makinesi elinde- genç foto muhabiri ve öğrenci dernekleri süreciyle ikinci sınıf eczacılık öğrencisiyken tutuklanarak cezaevine girdim.
Soğuk duvarlar, öğrenme tutkumun önüne geçemedi. Mamak Cezaevi’nde Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı öğrencisi olan bir arkadaşımın “geleceğin mesleği bilgisayarcılık” diyerek, koğuşta meraklı arkadaşlar için açtığı bilgisayar yazılımı kursu, matematikçi olmam nedeniyle bende bilgisayar merakını körükledi.
1982’de, cezaevinde tekrar üniversite sınavına girdim ve Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazandım. Kayıt işlemlerimi, yaşamım boyunca minnetle andığım babam Âşık Süleyman Koçak yaptı. Ankara Mamak Cezaevinde başlayan bu yeni dönem, 1986’da İzmir’de mezuniyetle tamamlandı.
Matematiğe ve bilgisayara olan ilgim, beni bu kez de Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden, Ege Üniversitesi Bilgisayar Programlama Bölümü’ne taşıdı. Yazılım sertifikaları beni özel sektörde yazılım dünyasında geçen uzun bir yolculuğa sürükledi. (Belki bu 25 yılı ileride başka bir yazımda anlatırım.) Zorlu bir yaşam mücadelesinin ardından, yıllar sonra 2009’da emekli oldum.
Emeklilik benim için bir son değil, yeni bir başlangıçtı. Fotoğrafçılık ve gazetecilik tutkularım yeniden hayat buldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir İzmir gazetesinin ve televizyonunun temsilcisi olarak görev yapmak bana yeniden gençlik heyecanı verdi.
Küllenmiş Hayallerin Yeniden Yeşermesi
2011 yılında çıkan öğrenci affı, içimde hiç sönmeyen bir kıvılcımı yeniden alevlendirdi. 34 yıl önce yarım kalan eczacılık hayalime dönme cesareti buldum. Kampüse yeniden adım attığımda, o yemekhane önünde yıllar önce fotoğraf çektiren genç öğrenciyle, bugün yaş almış ama hayalleri taptaze bir adam karşılaştı. Gözlerimdeki ışığın sönmediğini fark ettim.
Elbette kolay değildi. Hafızam artık gençlik yıllarımdaki kadar güçlü değildi. Bir gün önce ezberlediğimi ertesi gün unutuyordum. Ama pes etmedim. Sağlık sorunlarıma, yaşamın getirdiği zorluklara rağmen nihayet Farmakoloji V sınavından 100 tam puanla geçerek, ipi göğüsleyip 17 yaşındaki genç Haydar'la kucaklaştım.
Bu yolculuğa başlama nedenim bir unvan ya da meslek sahibi olmak değil; annem ve babamın yıllar önce kurdukları hayali ve kendi gençlik hayalimi onurla tamamlamaktı. Annem Nazik Koçak’ın yıllarca umutla beklediği “Eczacı” olmam için verdiği desteği boşa çıkarmamanın mutluluğunu yaşamak…
İki yıl önce yazdığım bir yazıda şöyle demiştim:
“Diplomamı köyümüzün diplomasız sağlık memuresi, canım annem Nazik Koçak - namı diğer Nazik Ana - adına alacağım.
Eczaneme onun fotoğrafıyla yan yana asacağım. Bu, bugüne kadar içimde gizlediğim en büyük özlemim.
Annem artık aramızda değil. Mutluluğumu onunla paylaşamayacağım ama hayalime onun desteği ile ulaştım.
Bugün bu sevinci biricik kızım Öykü ve canım torunum Dünya’m ve koskocaman ailemle paylaşacağım. Mezuniyet sahnesine torunum Dünya’mla el ele çıkacağım anı ve özlemi hiçbir mutlulukla değiştirmem.”Bir köy çocuğunun defterine yazdığı ilk cümle, bir ömür sonra mezuniyet töreninde taçlanmıştı. Bu, sadece benim değil; umudunu yitiren herkesin hikâyesiydi.
Ve o mezuniyet töreninin ardından bana her zaman güç veren kızım Öykü’ nün sözlerini paylaşmak istiyorum:
“Benim canım babam, 17 yaşında girdiği, 1980 darbesi yüzünden bırakmak zorunda kaldığı ve 50 yaşında afla döndüğü Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden 65 yaşında mezun oluyor. Ben üniversitedeyken birlikte mezun oluruz diye başladığı hayalini, bugün kucağında torunuyla gerçekleştirdi.
Yeri geldi dönem arkadaşlarının çocuklarıyla sıra arkadaşı oldu, yeri geldi kendinden küçük hocaların peşinde notlarla koşturdu, İzmir-Ankara arasında mekik dokudu, kitaplarla sabahladı, kopya da çekti :), her sınav çıkışı beni heyecanla aradı.
Çoğumuzun genç beyniyle yapamayacağı bir bölümü aktif iş hayatıyla birlikte bu yaşında tamamladı. Senelerdir verdiğin emeğe hayranım ve seninle gurur duyuyorum.” Kızın Öykü
Son Söz olarak şunları söylemek istiyorum;
Bugün, 65 yaşında “çiçeği burnunda” bir eczacı olarak, içimde hâlâ 17 yaşındaki bir gencin umutları var.
Eğer gençlere bir mesaj bırakabiliyorsam, bu olurdu:
Hayallerinizden asla vazgeçmeyin.
Zaman sabır ister ama azim, inanç ve emekle hiçbir şey imkânsız değildir.
Cesur olun, çalışın ve üretin. Çünkü yarınlar sizin ellerinizde yükselecek.
Bu bir diploma hikâyesi değildir.
Bir inancın, bir direncin, bir sevdanın hikâyesidir…
Eminim ki umudunu yitiren her insan, bu satırlarda kendinden bir parça bulacaktır.
ÇÜNKÜ BEN İNANDIM...
VE BAŞARDIM!
Eczacı Haydar Koçak
Yorumlar
Kalan Karakter: