14-28 Mayıs seçimleri geride kaldı. Milletin önüne devletin ve milletin bekası tehlikede argümanını koyan CUMHUR ittifakı seçimleri kazandı. En azından devletin bir maceraya sürüklenmesi engellendi. Milletimiz de çok yerinde bir karar vererek, ülkemizin belki de batı emperyalizminin pençesine düşmesine izin vermedi. Ancak seçim sonrasında ardı ardına yapılan zamlar ve bir türlü durdurulamayan enflasyon canımızı fena yakmaya başladı. Memura ve işçiye yapılan zamların ve EYT’lilerin emekli maaşlarının mali yükünü karşılamak için, başta akaryakıt olmak üzere vergi ve diğer tüm kalemlerde yapılan zamlar, milletimizin büyük bölümünü derinden etkiledi.
COVİD 19 salgını ve ardından gelen büyük deprem felaketinin ekonomimize olan etkisini elbette gözardı etmemeliyiz. Ancak devletin yükünü toplumun belirli bir kesimine yüklemek adalet ölçüsüne sığmaz. Asgari ücretin birkaç katı parayla Bodrum ve Çeşme’de bir öğün yemek yiyenlerle, kirasını nasıl ödeyeceğinin ve ay sonunu nasıl getireceğinin hesabını yapan dar gelirlileri aynı kefeye koyarsanız aldığınız bu kararla adalet dairesinden çıkmış olursunuz.
Türkiye ekonomisinin geride kalan yüz yılına baktığımızda, 1923-1950 arası tarif edilemeyecek bir yokluk, 1950-60 arası, dış yardımların da etkisiyle kısmi bir rahatlama, 1960-80 arası siyasi çalkantılar, sonrasında 2000’li yıllara gelinceye kadar yaşadığımız ekonomik krizler ve 2000 sonrasında AKPARTİ iktidarı ile birlikte hem ekonomide hem de diğer alanlarda büyük bir gelişme hamlesi görüyoruz. Ancak son zamanlarda ekonomide, eski buhranlı günlere dönecekmişiz gibi bir görüntü var. Bir türlü kontrol edilemeyen fiyat artışları, zengin ile fakir arasında gittikçe açılan gelir dağılımı adaletsizliği ve ilgili kurumların çözüm noktasında yeterli bir irade ortaya koyamaması ilerisi için ciddi anlamda endişelenmemize neden oluyor.
Devletlerin en başta gelen vazifesi hiçbir ayrım yapmadan bütün vatandaşlarının rahat ve huzurunu temin etmektir. AKPARTİ iktidarı ve Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Bugüne kadar hiç neşter vurulmamış meseleleri çözme iradesi ortaya koyduğuna hepimiz şahit olduk. Ulaşım, sağlık, terör ve savunma sanayiinde geldiğimiz noktayı hayal dahi edemiyorduk. Fakat ekonomi yönetiminde bir türlü istenilen seviyeye ulaşamadık. Çözümü hep usülde aradığımızdan olsa gerek, alınan tedbirler hiçbir işe yaramıyor. Yani usülde değilde asılda bir yanlış var gibi. Her paraya ihtiyaç duyulduğunda vatandaşın boğazına çullanmak yerine, ekonomi modelimizi değiştirerek yeni bir model ortaya koymak daha akıllıca olacaktır. Mesela vergiyi, ERBAKAN Hocanın dediği gibi kardan değil de doğrudan servet üzerinden almak, hem dar gelirli insanları yükten kurtaracak, hem de devletin vergi kaybını sıfıra indirecektir. Envai çeşit hileyle, milyarlar kazanan insanların tek kuruş vergi ödemeden servetlerine servet kattığı bir defterdarlık sistemi asla adil değildir. Mal sahiplerine doğru bir şekilde değeri tespit edilip konulacak makul bir vergi devletin gelir kayıplarının önüne geçecek, ülkemizin de kısa zamanda kalkınmada büyük atılımlar yapmasını sağlayacaktır.
Bu konu ile alakalı çoğunuzun bildiği bir hikayeyi nakletmek istiyorum.
Osmanlı döneminde Şam valisi Esat paşa, her nasılsa hazinede açık verir. Duruma bir çözüm bulmak amacıyla devlet ricalini toplayıp, ihtiyaçları olan paranın ne kadar olduğunu ve bunu temin etmek için ne yapmaları gerektiğini sorar. Hazinenin sorumluları, 50 kese mecidiyeye ihtiyaç olduğunu bunu elde etmek için de halka yeni vergiler koymayı teklif ederler. Esat paşa halkın durumunu bildiğinden buna yanaşmaz ve
-Siz gidin ben başka bir yol bulacağım diyerek toplantıyı dağıtır. O akşam önce müftüyü çağırır. Müftüye der ki senin hakkında evde içki içtiğin söyleniyor. İstanbula bildirmek zorundayım. Müftü yalvarıp yakarmaya başlar. Esat paşaya durumu İstanbul’a bildirmemesi karşılığında altı kese Mecidiye vermeyi kabul eder. Esat Paşa sonra kadıyı çağırır. Ona da “ senin rüşvet aldığın söyleniyor. Payitahta bildirmek zorundayım diyerek müftüye uyguladığı tarifeyi uygular. Sonra sırasıyla defterdar, garnizon komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri teker teker davet eder. Bu ameliye sonunda iki yüz kese Mecidiye para toplar. Sonra danışmanlarını çağırıp, Şam halkına herhangi bir vergi koyduğumu duydunuz mu der. Hayır paşam duymadık derler. Bunun üzerine, Alın size elli yerine ikiyüz kese Mecidiye diyerek parayı verir. Danışmanları bunu nasıl hallettiniz dediklerinde “KUZULARIN DERİSİNİ YÜZMEK YERİNE, KOÇLARIN YÜNÜNÜ KIRKMAK DAHA İYİDİR” der.
Selam ve dua ile.