"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir, Sakınanlar için, Ahiret yurdu daha hayırlıdır, Hala aklınızı kullanmıyormusunuz."(Enam/32)
“Bu dünya hayatı hakikatte bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” (Ankebut/64)
“Acaba gerçek dert ve yenilgi yalancı ümit ve sevinçten daha iyi değilmidir?.” (Ali Şeriati ra)
“Zavallılığımdan değil sararıp soluşum, Zavallıların derdinden ben böyle olmuşum.”(Şeyh Said-i Şirazi ra)
Oyunları kurallarına göre oynamayanlar, Selametin değil vahamet ve nedametin sakinleri olmaları kaçınılmaz bir akıbet olacaktır.
Arif’in birine sordular :
"Neden bu kadar sakinsiniz?
Dedi ki, Uzun zaman okumam ve tecrübelerimin neticesinde hayatımı beş esas üzerine kurdum:
1- Benim rızkımı kimsenin yiyemeyeceğini anladım ve sakinleştim.
2 – Allah’û Teâlâ'nın beni daima gördüğünü anladım ve hâyâ ettim.
3 - Benim işimi kimsenin yapamayacağını anladım ve çalışmaya koyuldum.
4 - Anladım ki işimin sonu ölümdür ve ona hazırlandım.
5 - Anladım ki iyilik ve kötülük her ikisi de kalıcıdır, dolayısıyla iyiliklerimi çoğalttım ve kötülüklerimi azalttım..."!
İmam Ali (as)Şöyle buyurmuştur:
-Kendisinden kaçtığı yoksulluğa doğru koşan cimriye şaşarım!
-Talep ettiği zenginlik elinden çıkıp gider; dünyada fakirler gibi yaşar; ahirette zenginler gibi hesaba çekilir. Dün bir meni parçasıyken yarın leş olacak kibirlenen kişiye şaşarım!
-Allah’ın yaratıklarını gördüğü halde, O’nun hakkında şüpheye düşen kişiye şaşarım!
-Ölüleri gördüğü halde ölümü unutan kişiye şaşarım!
-İlk yaratılışı gördüğü halde, ikinci kez yaratılmayı inkar edene şaşarım!
-Beka (ahiret) yurdunu terk edip fani dünyayı imar edene şaşarım!”
Şaşmak ne demek; Her işin ve fiilin aklen kabul edilmiş, olması gereken doğru bir akışı ve ölçüleri vardır. İşte biz buna doğallık deriz.
Eşyanın tabiatına aykırı olan her yöneliş çelişkiler ve zıtların mekanı ve mahalli olur, Bu çelişkiler doğa ve eşyanın tabi olduğu yasalarda olmaz, çünkü onlar mutlak doğru olan bir iradenin sonuçlarıdır, Biz buna Allah'ın İradesi deriz, İnanmayanlar tabiat Ana'ya nispet ederler.
Ancak; Eşya ‘ya dışardan bir müdahale olursa bu doğal seyirde görünürde çelişkiler ortaya çıkar, ve bu çelişkiler de, beklenen olumlu sonuçlar vermezler.
Bu olumsuzluklar ve çelişkiler başka ünitelere hep aynen yansırlar. İşte bu çelişkiler bazen maksimal düzeye çıkar ve insan buna akıl erdiremez ve bu nerden, nasıl; neden.? oldu diye bir sorgu haline, moduna geçer, Tam da bu sorgulamanın akli cevaplarını ararken "Allah bu kendi elinizle yaptığınızın karşılığıdır" beyanı ile karşılaşır,
İlahi yasaların sabit olanı var, değişken olanları var, Mevsimler değişkendir, Bitkilerin genetiği sabit olmasına rağmen dış müdahaleye açıktır, Beşer müdahalesi küresel ısınmaya katkıda bulunursa, Ürünlerin genetiği ile oynarsa, kendi eliyle çelişkiler üretir, ve olumsuz sonuçlara yol açar,
Ama Ölüm Tüm canlılar için sabit bir yasadır. Güneş ay ve yıldızlar için Menziller (Yörüngeler) tayin edilmiştir, bu tür yasalarda değişiklik bulamayız çünkü bunlar sabit ilahi yasalardır ,Mimarisine ancak İnşa eden kudret müdahale edebilir.
Beşer değişken olan yasalara katkıda bulunabilir ama yasayı tersyüz edip doğal mecrasından ve amacından saptıramaz, Yani Kendi müdahalesi ile ölümsüzlüğü vaki ve baki kılamaz. Böyle bir kudret sadece Kadir-i mutlak Allah'a mahsustur.
Beşerin bedeni zamanla sınırlıdır, ve mutlak fena mekanı olmakla beraber, Ruh ölümsüz bir iradenin eseri olduğu için zamanla sınırlı değildir. Sadece mekan ve adresi değişkendir.
Beden ve Ruh birlikteliği zaman ve mekan yasalarına tabi olmakla beraber Ruh zamanın ve Eşyanın dışına çıkarak sadece mekan değiştirir.
İşte Hz. Ali(as) Yukarıdaki mutlak sistematiği beşeri için tarif ederken bu sistematiğin genetiğini izah edip, Fena ve Beka yolculuğunda geçiciye geçici, Kalıcıya da kalıcı ve doğru yaklaşımların akli ve mantıki izahlarını ortaya koymuş ve bu sistematikten gafil olanlara şaşmak; Akıl ve iradenin şaşmayan tercihleridir.
Peygambere (sav)'e sordular, Allah’a en yakın insan kimdir,? Cevap; "Şu üç şeyi yapandır;
1-Geçiciyi ebediye değişmeyendir ki, Geçici dünya ebedi ahirettir,
2-Kendini kabir ve ötesine hazırlayandır,
3-Kendini ölülerden sayandır.
Sonuçta yaşayan ölüleriz."
Peygamberler Fena alemindeki bizler için beka aleminin hakikatini izah ettiler.ve Mülkün gerçek sahibine işaret ettiler.Yani dünya hayatındaki oyunların kalıcı kurallarını tarif ettiler.
Yani Mevcut oyunlarımızın arka planını açıkladılar.
İşte gerçek züht ve ihlas budur, Bu züht ve ihlas her şeyi tabiatına uygun yapmak ve yaşamaktır. Aksi halde Akıldaki şaşkınlık kaçınılmaz olacaktır.
Çok şey beklememek lazım bu hayattan, çünkü Hayat Kısa,Hayaller ağır ve İnsanlar Nankör...
Sonuç; Mevlana (ra) dinleyelim;
"Ya Rabbi, Bildir de ben beni bileyim,
Beni bilmeyen ben ile kendime geleyim,
Benim bensizliğim ile seni bileyim,
Seni bilmeyen beni, ben neyleyim.!"
"Kendini bilen rabbini bilir" Rabbini bilenler biliç sahibi olur eyleme geçer.
CAHİLLİK BİR İNSANLIK SUÇUDUR...!
Allah’ın Kuran-ı Kerim’de en şiddetle kınadığı şeylerin başında hiç şüphesiz “cahillik” gelmektedir. Hatta Kuran’da Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber (s) öncesini “Cahiliye Dönemi” ve o dönemdeki ilke, yönetim ve ritüelleri “Cahiliye Adetleri” olarak nitelemiştir.
Hadislerde de “cahillik” aynı şiddetle kınanmış ve insanın gerek kendi ve gerekse toplum için yapabileceği en kutsal şeyin “cehalet ile mücadele” olduğu vurgulanmıştır.
Cahillik, musibetlerin en büyüğü, hastalıkların en kötüsüdür. Cahillik, her kötülüğün temeli ve yok edici bir düşmandır. Her türlü kötülük cehaletten doğar. Cahillikten daha çirkin kötülük, daha şiddetli musibet ve daha şiddetli fakirlik yoktur.
Peki, cahillik nedir? Nedir cehalet? Kime cahil denir? Okula gitmemiş olana mı cahil denir diploması olmayana mı? Hangi aşamaya hangi sınıfa ulaşınca insan cahil olmaktan kurtulur?
Yoksa “cehalet” denen şey okul ile diploma ile direkt bağı olmayan apayrı bir olgu mu?
Okulların, eğitimin cehalet ile mücadeledeki konumunun Süreyya yıldızı gibi olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir. Ancak Kuran’da Cenab-ı Allah’ın yerden yere vurduğu ve insanın en büyük düşmanı ilan ettiği “cehalet” olgusu çok daha farklı bir şeydir.
İnsan, biyolojik ve anatomik olarak diğer canlı türleri özellikle de hayvan türü ile tam bir benzerlik içerisindedir. İskelet, kas, dolaşım, solunum, sindirim, üreme.. sistemlerimiz neredeyse birbirinin aynısı. Biyolojik ihtiyaçların giderilmesi yöntemlerimiz de ortak.
İnsanı hayvandan ayıran yegane özellik ise “akıl”. Kim aklını kullanıyorsa hayvan olmaktan arınıyor, hayvanlıktan uzaklaşıyor. Aklı kullanmama hayvan olarak kalmak, hayvanlaşmak anlamına geliyor.
Anlıyoruz ki, “beşer” aklettiği yani aklını kullandığı oranda “insanlaşıyor”. O zaman cehaletten kurtulmanın yegane bir yolu vardır ve o yol akletmektir.
Burada yeniden mutlak çözümlenmesi gereken bir soru ile karşılaşıyoruz. Peki, akletmek nedir? Aklı kullanmak da neyin nesi? Ne yapan insan aklını kullanmış ne yapan kullanmamış oluyor?
Akletmek nedir? Akletmek; insanın kendi aklını kullanma cesareti gösterebilmesidir. Yani kendi “insanlaşma” sürecini başlatmasıdır.
Akletmek, insanın her türden inanç, görüş, düşünce, söz, söylem, felsefe, ideoloji ve hareketini kendi özgür düşüncesi ile inşa etmesi ve ardında da gündelik yaşamı, amelleri ve hal ve hareketlerini bu düzlemde düzenlemesidir.
Akletmek, kelime olarak bir cümleye bir çırpıda yazılıp birkaç hecede söze dökülüyor olsa da bir insanın başarabileceği en zor şey ve bir insanın kazanabileceği en büyük zaferdir.
Şöyle ki, tarihte ve günümüzde insanlığın kahir ekseriyeti coğrafya ve toplumun esiridir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de insanlığın neredeyse tamamına yakını içine doğduğu coğrafya ve toplumun dini ve mezhebine inanır. O toplum ve coğrafyanın kutsallarını kutsal edinir. O toplumdaki hakim siyasi görüşlerden birini kabullenir. O coğrafya ve toplumun iyi dediklerine iyi ve kötü dediklerine kötü der.
Tarihte olduğu gibi günümüzde de insanlığın neredeyse tamamına yakını içine doğduğu coğrafya ve toplumun inanç, görüş, düşünce, söz, söylem, felsefe ve ideolojisini muhakeme etmez, sorgulamaz, eleştirmez, itiraz etmez ve meydan okumaz.
Çünkü bunu yapmak sürüden ayrılmayı gerektirir. Yeri gelir bedel ödemeyi gerektirir. Çünkü din adamlarının “düşünme, iman et!”, öğretmenlerin “düşünme, dersini öğren!”, dini hocaların “düşünme, ezberle!”, imamların “düşünme, namazını kıl!”, subayların “düşünme, eğitimini yap!”, maliyecilerin “düşünme, vergini öde!”, devlet adamlarının “düşünme, kurallara uy!” ve siyasilerin “düşünme, biat et!” diyerek her yerden özgürlüğe barikat kurup dikenli teller çektikleri bir dünyada akletmenin bedeli var elbet.
Kişinin aklını kullanma cesaretini göstermesi aydınlanma başlangıcıdır. Cehalet denilen karanlıktan sıyrılmanın ilk adımıdır.
Akletmek yani aydınlanmanın okul ve eğitim ile organik bir bağı olsa da mutlak olarak aynı şey değildir. Okullar bitirmiş diplomalar biriktirmiş olmak aydın olmanın, aklediyor olmanın nişanesi değildir. Diplomasız nice aydınlar ve diplomalı nice kara cahiller vardır.
Akletmenin nişanesi özgür düşüncedir. İçine doğduğu coğrafya ve toplumdan yararlanmak ama ona esir düşmemektir. Düşünmek, düşüncesini savunmak, sormak, sorgulamak, muhakeme etmek, eleştirmek, itiraz etmek, önermek ve üretmek akletmenin nişanelerindendir.
Akletmek, inancını, yaşam felsefesini, ideolojisini, emellerini, umutlarını ve sözlerini kendi öz aklı ile aklederek inşa etmektir. Akletmek, kendi olmaktır. Zira kendini bilen Rabbini bilir.
Son söz olarak: Her kişi bir beşerdir. Ancak her beşer “sınırlı bir insan”dır. Beşer ancak aklederek insanlaşabilir. İnsanın en büyük musibeti en büyük düşmanı en büyük zehiri ise cehalettir. Cehaletin yegane panzehiri ise akıldır.
İnsanın Allah’ın kendisine en büyük hediyesi olan aklı kullanmayıp cahil kalmayı kabullenmesi Tanrıya büyük bir meydan okumadır. Cehalet insanlık suçudur!
Allah’ın sözü ile bitirelim. Yunus Suresi 100. Ayeti kerimede Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Allah akletmeyenlerin başına pislik yağdırır !”
Selam ve dua, Okuyan araştıran sorgulayan anlayışı ve kavrayışı yüksek olan temiz akıl sahiplerine olsun...
Yorumlar
Kalan Karakter: