Büyük Türk ve Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk’ün kalplere kazınması gereken çok güzel bir sözü vardır. Der ki: Devlet isteyen, servet ve marifet heveslisi olmayacak. Servet isteyen devlet ve marifet istemeyecek. Marifet isteyen kimsede, devlet ve servet arzusunu terkedecek. Devlet ve Servet-i hepimiz biliriz de marifet kelimesinin anlamını biraz açayım. Marifet Allah hakkında derin bilgi sahibi olmak, Onun sıfat ve tecellilerini müşahede etmek, kısacası Allah adamı olmak şeklinde açıklanabilir.
Asr-ı Saadet’ten sonra yani peygamber efendimiz(s.a.v.)in ahirete irtihalinden sonraki dönemde, dinin sadece zahiriemirlerinin, yani namaz, oruç, hac gibi ibadetlerinyerine getirilmesi buna karşılık manevi emirlerinin yani kibir, haset, kin gibi kalbi hastalıkların tedavisi, cömertlik ve takva gibi insanı Allah’a yaklaştıran amellerin terkedilmesi neticesinde, dinin yeniden her haliyle ihyası amacıyla ortaya çıkan islam tasavvufu, yüzlerce yıldır bu amacını en güzel şekilde yerine getirmiştir.
Önceleri Hicaz-Şam bölgesinde etkili olmasına rağmen daha sonraki asırlarda özellikle Horasan bölgesi ve Maveraünnehir’de yani Türkistan coğrafyasında etki alanını genişletmiştir. Hicri 350. Yıldan itibaren Anadolu’ya gelen öncü dervişler marifetiyle Sünni islamın burada da yayılmasına öncülük etmişler, ve daha sonra kurulacak olan Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının temelini de yine bu tasavvuf büyükleri atmışlardır. Ancak her halleriyle dini hükümleri yaşayan bu kimseler devlet içinde makam sahibi olmak ve devlet imkanlarını kullanmak konusunda asla hevesli olmamışlardır. Hatta devlet büyükleri ile irtibat kurmayı onlarla beraber olmayı dahi hoş görmemişlerdir. Devlet büyüklerine iltifat etmeyi zül saymışlardır. Bilakis devlet adamları, padişahlar onların kapılarında olmayı şeref saymışlar, onlara sormadan hiçbir karar almamışlardır.
Selçuklu döneminde Mevlana Celaleddin Rumi, Muhyiddin Arabi gibi tasavvuf büyükleri varken, Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren de şeyh Edebali, Hacı Bektaşi veli, Emir sultan, Hacı Bayram Veli ve Akşemsettin gibi tasavvuf büyükleri devlet adamlarına yol gösterici olmuşlar bu sayede cihan imparatorluğu olmamıza katkı sağlamışlardır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın yanında nasıl ki Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani gibi büyükler varsa Yavuz Sultan Selim Han’ın yanında şeyh Halim Çelebi ve Sümbül Sinan Efendi, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın yanında da şeyh Yahya Efendi gibi tasavvuf büyükleri mevcuttur. I
Bazı kötü örnekler sonucunda bütün tekke ve zaviyelerin kapatılması kararıyla birlikte gerçek tasavvuf erbabı köşesine çekilmiş, devlet bu meydanı da çoğunlukla yalancı şeyhlere ve düzenbazlara bırakmıştır. Bunun sonucunda da tasavvuf müessesesi büyük yara almıştır. Devletine asker yetiştiren, milletin ahlaki değerlere ve dinin hükümlerine bağlı olarak yetişmesini sağlayan şeyhlerin yerini, devlete baş kaldıran ve insanların dini hassasiyetlerini sömüren şarlatanlar almıştır.
Günümüzde peygamber ve ehli sünnet düşmanı sapık cemaatlerin ortaya çıkmasının en büyük sebeplerinden birisi hakikat ehli zatların diğerlerinden ayırılmamasıdır. Sapla samanı birbirine karıştırıp, tarikat ve cemaat kültürümüzü hafife almak ve daha da kötüsü onları inkar etmek bin yıldır bu dinin bayraktarlığını yapıp, islam medeniyetini Avrupa içlerine kadar ulaştıran asil milletimize ve kültürümüze ihanet etmektir. Osmanlı coğrafyasında yer alan başta Anadolu’muz olmak üzere, en küçük köylere dahi gittiğinizde birkaç tane şeyhin türbesi ile karşılaşırsınız. O türbeler bizi bir arada tutan en kıymetli manevi dinamiklerimizdir.
Bu milletin dini İslam’dır. İslam tasavvufu da bu dinin olmazsa olmazıdır. Yapılması gereken, ehli sünnet alimlerinden meydana gelmiş bir denetleme heyetinin kurularak bütün cemaat ve tarikatların Kur’an ve sünnete uygun olup olmadığı araştırılarak uygun olmayanların delilleriyle millete anlatılıp faaliyetlerinin durdurulmasıdır. Yoksa ahlaken mükemmel insanlar yetiştirme hedefinde olan gerçek Mürşidi Kamil’lere büyük haksızlık edilmiş olur.
Cemaat ve tarikat mensupları da para, mevki ve makam sahibi olma sevdasını bir yana bırakıp, asli vazifeleri olan doğru, güvenilir ve güzel ahlak sahibi kimseler yetiştirmeye gayret etmeli, dinine, devlet ve milletine hizmet etmelidir.
Allah’a emanet olun.
Rabbim kalemine güç kuvvet versin abim