Kıymetli dostlarım; “hani bazen söylesem dilim varmıyor, sussam gönül razı değil” durumu oluyor. İşte tam da bu nedenle bazen yazıyorum, bazen yazıp yazıp siliyorum. Bu konuyu ele alırken biraz zorlandım açıkçası, nedenini okurken anlayacağınızı tahmin ediyorum. Köşe başlığımda yazdığım gibi “hayata dair” her şeyi yazmak için buradayım ve doğal olarak kayıtsız kalamıyorum.
Bütün dünyada pandemi ile başlayan ekonomik buhran sonucu, ülke olarak hiç yaşamadığımız kadar ekonomik zorluklar yaşıyoruz. Hepimiz daha elimize para geçmeden nerelere ödeme yapacağımızı ve cebimize ne kadar kalacağını düşünüyoruz. Markete ihtiyacımızı almak için girdiğimizde bile acaba üstümüzdeki para çıkışacak mı diye düşünüyoruz. Artık sadece ihtiyaçlarımızı zar zor giderebiliyor kendimiz için alacağımız bir kıyafeti veya dışarıda içeceğimiz kahveyi bile lüks olarak görüyoruz. Emekli eskiden aldığı maaşla ihtiyaçlarını görür daha sonrasında yastık altına para ve yahut altın yapar koyardı. Şimdi ise yastık altında ki paralar ve altınların yerini borçlar aldı. Bir kişi artık emeklilik maaşıyla evini geçindiremiyor. Orta Direk Şaban filminin “yarım domates” repliğini biliyorsunuzdur. Durum o kadar vahim ki yarım domates değil belki ama tane ile meyve, sebze alıyoruz. Çarşıda pazarda karşılaştığım insanlar iki üç torba evine dönüyor. En ucuz domatesin kilosu bile 16 TL iken kimse poşet poşet alışveriş yapamıyor. Bir hayli meyvelerin fiyatları bu kadar artmış iken. Satıcı satamıyor, alıcı alamıyor. Ekonomik zorluğu herkes damarlarına kadar hissediyor. İnsanlar ne yiyip içeceğini bilmiyor. Bir de okuyan çocuğu var ise okul masrafları hiç eksik olmuyor. Kırtasiyede satılan bir kaleme on lira verirken yastığa kafalarımızı rahat koyamıyoruz maalesef. Yol, yiyecek, içecek, kırtasiye masrafı derken birde ek kitap, fotokopi, kayıt yenileme ücretleri insanların belini büküyor. Söylenecek çok şey var ama sesimizi duymak istemeyenlere ne desek nafile. Eskiden sağlık, maldan önemli diyorduk. Şimdi hastalık bile parayla. Daha bu yıla kadar duyulmayan “eczanede veresiye” cümlesi duyulmaya başlandı. Hayat para, yol para, su para, mezar bile para. Kefenin cebi yok ama kefene götürülecek parada yok maalesef.100 liralık zam yapıp 50 lira indirim yapılınca bir şeyler düzeldi sanıyoruz. Düzelen bir şey yok sadece alışıyoruz. Her şeye alıştığımız gibi. Sesimiz çıkmadığı için değil, karşı taraf kulaklarını tıkadığı için sesimizi duyuramıyoruz. Sizlere soruyorum.
Hangimiz durumumuzdan memnunuz?
Hangimiz hakkımızın yenmediğini düşünüyoruz?
Hangimiz konforlu bir yaşam süreceğimize inanıyoruz?
Hangimiz kendini sadece çalışarak zengin bir gelecekte hayal ediyor?
Ben size söyleyeyim.
Eğer zenginler kulübünün bir üyesi değil iseniz hiçbirimiz inanmıyor ve başımızı yastığa huzurla koyamıyoruz.
Biz insanız ve insan gibi yaşamak istiyoruz.
Türkiye yoksulluğa doğru gidiyor.
Yöneticiler, siyasetçiler, babalar, ağabeyler
Ya duyun ya da sesimizi duyurun.
Bizim artık bir şeylerin düzelmesine ihtiyacımız var.
Artık fırsatçılara, fakiri ezene, insanları yoksullukla imtihan edenlere, hamuduyla götürüp insanları açlığa mahkum edenlere bir şey yapın.
Yapın ki elimizde kalan soy şeyimizi, ümidimizi kaybetmeyelim.
Zira ‘ümit fakirin ekmeğidir’ onu da kaybedersek, kaybedecek bir şeyi olmayan insanların ülkesine dönüşeceğiz.
Allah sonumuzu hayr eylesin….
Bir başka yazıda, buluşmak üzere.
Kalın sağlıcakla.